İKİLİ İLİŞKİLERİN GENEL GÖRÜNÜMÜ (devam)
  • Üyelik
Çarşamba, 18 Nisan 2018 07:18

İKİLİ İLİŞKİLERİN GENEL GÖRÜNÜMÜ (devam)

Yazan
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

İKİLİ İLİŞKİLERİN GENEL GÖRÜNÜMÜ
(devam)


1980 sonrası dönemde Türk - Yunan ilişkilerinde taraflar arasında sorunlara çözüm bulmayı amaçlayan görüşmeler kesilmiştir. Bunda büyük ölçüde, Papandreu  liderliğindeki PASOK Hükümeti'nin Türkiye'ye karşı izlediği yaklaşım etkin olmuştur. Gerçekten de, Papandreu Yunanistan'da hükümeti kurduktan sonra iki ülke arasında yapılan görüşmeler kesilmiş ve yapılan açıklamalarda iki ülke arasındaki sorunlara çözüm bulmak amacı ile yapılacak görüşmelere yeniden başlanabilmesi için bazı ön şartlar ileri sürülmeye başlanmıştır.

Papandreu'ya göre, Türkiye ve Yunanistan arasında başlayacak bir diyalogun ön şartını Türkiye'nin Kıbrıs'taki askerlerini geri çekmesi  oluşturmaktadır; iki ülke arasında diyalog süreci ancak bunun gerçekleşmesinden sonra başlatılabilir. Ege Denizi'ndeki uyuşmazlık konularına ilişkin olarak da Papandreu, Yunanistan'ın egemenlik hakları ve toprak bütünlüğünü ilgilendiren hiçbir konuda Türkiye ile görüşme masasına oturulamayacağını açıklamıştır.

Türkiye ve Yunanistan arasında diyalog çabalarının sekteye uğramasından sonra zaman zaman ilişkilerin gerginleşmesine yol açan olaylar yaşanmış ve ortaya çıkan bunalımlar zorlukla atlatılabilmiştir. Özellikle Papandreu'nun Türkiye  ile Yunanistan arasında süren gerginliği bir iç politika malzemesi olarak kullanarak sık sık Yunanistan'a yönelik bir "Türk tehditi"nin var olduğundan söz etmesi, çıkan bunalımların güçlükle atlatılabilmesine yol açmıştır.

Gerçekten de, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Yunan kamuoyunda oluşan Türk - Yunan savaşının çıkabileceğine ilişkin korkulu beklenti, zamanla Yunan ulusal birlik ve dayanışmasının katalizörü olmuştur. Öyle ki, 1980 sonrasında ABD üsleri kapatılacağı ve NATO karşıtı bir politika izleyeceğini açıklayan PASOK Hükümetleri  daha sonra NATO'dan çıkmamanın gerekçesi olarak Yunanistan'a yönelik bir "Türk tehditi"nin var olduğunu ileri sürmüşlerdir. PASOK Hükümetleri döneminde "Türk tehditi" propagandası o denli abartılmıştır ki, Papandreu, yapmış olduğu açıklamalarda Yunanistan'a asıl tehditin Varşova Paktı ülkeleri ve SSCB'den değil Türkiye'den geldiğini ileri sürmüştür.

Yunanistan'da oluşan Türkiye karşıtı yaklaşımlara karşın Türkiye zaman zaman açıklamalarda bulunarak Yunanistan'dan herhangi bir toprak talebinin bulunmadığını vurgulamış, ancak güvensizliği gidermek mümkün olmamıştır. Hatta Türkiye tarafından da önerilen saldırmazlık anlaşması imzalanması düşüncesi ciddi bir yaklaşımla değerlendirilememiştir.

Bu bağlamda, Türkiye ve Yunanistan arasında son dönemlerin en önemli bunalımlarını şu şekilde sıralamamız mümkündür;

8 Mart 1984 tarihinde Ege Denizi'nde planlı tatbikatlarını yapmakta olan Türk Deniz Kuvvetlerine ait gemilerin bu gemileri izleyen bir Yunan destroyerine ateş açmış olduğu iddia edilerek Türkiye'nin protesto edilmesi ve ardından da Yunanistan'ın Ankara'daki Büyükelçisini geri çağırması. İki ülke arasında tırmanan gerginlik, olayın gerçek olmadığının anlaşılması üzerine yatıştırılmıştır.

Bir başka bunalım, 1987 Mart ayı sonlarında yaşanmıştır. Yunanistan'ın 1976 tarihli Bern Anlaşması'nı artık geçersiz olduğunu ileri sürerek Ege Denizi'nde ortağı bulunduğu  bir uluslararası şirkete petrol sondaj ruhsatları vermesi üzerine Türkiye, Bern Anlaşması'nın hâlâ yürürlükte olduğunu açıkladıktan sonra, kendisinin de tartışmalı bölgelerde petrol arayacağını bildirmiş ve HORA- MTA Sismik I  araştırma gemisini Ege Denizi'ne yollamıştır. Buna karşı Yunanistan, Sismik I gemisinin  tartışmalı bölgelerde araştırma yapması halinde geminin batırılacağını bildirmiş ve gerginlik artmıştır. Bunalım ancak ABD ve NATO ülkelerinin yaptıkları arabuluculuk sonunda iki ülkenin de kendi karasuları içerisinde kalacaklarını ve Bern Anlaşmasının geçerli olduğunu açıklamaları ile atlatılabilmiştir.

Bir diğer bunalım ise, 1989-90 döneminde Batı Trakya'da meydana gelen olaylar sırasında yaşanmıştır. 1989 seçimleri sırasında bağımsız bir liste oluşturarak parlamentoya seçilen Sadık Ahmet ve İbrahim Şerif adlı Batı Trakya Türk azınlık temsilcilerinin seçim propagandaları sırasında kendilerini Türk soyundan Yunan vatandaşları olarak nitelemeleri ve bunu da propaganda bildirilerinde kullanmış olmaları, Yunan resmi makamlarının tepkisini çekmiş ve bu kişiler hakkında dava açılmıştır. Açılan davada kişiler mahkeme tarafından Yunan vatandaşları arasında ayrım yaptıkları ve kamu düzenini bozdukları gerekçesiyle, 18 ay hapse ve 3 yıl siyasi haklardan men edilme cezasına çarptırılmışlardır. Davanın sonuçlanmasından sonra Batı Trakya Türk azınlıklarının etnik kimliklerini yadsıyan resmi makamların yaklaşımlarının bir uzantısı olarak, Batı Trakya Türk azınlığına mensup kişilerin Gümülcine'de ev ve işyerlerine saldırılarda bulunulmuş ve tahrip edilmiştir. Türkiye'nin, Yunanistan'a Lozan Antlaşması'ndan kaynaklanan yükümlülüklerini hatırlatması üzerine iki ülke arasında diplomatik bir düello başlamış ve sonrasında  Gümülcine'deki Türkiye Başkonsolosu'nun istenmeyen kişi olarak ilan edilmesine karşılık olarak Türkiye de Yunanistan'ın İstanbul Başkonsolosu'nu istenmeyen kişi ilan etmiştir.

Bütün bunların yanı sıra, iki ülke arasında sürmekte olan uyuşmazlıklar, Türkiye'nin AET/AB ile bütünleşme çabaları karşısında önemli bir engel oluşturmaktadır. Yunanistan'ın 1981'den itibaren AET'e tam üye olarak katılması, bu ülkeye Türkiye ile ilişkilerinde avantaj kazandırmıştır. AET/AB çerçevesinde Türkiye'ye verilecek olan ekonomik yardımlar ve Türkiye'nin ortaklık başvurusu, Yunanistan'ın vetolarıyla engellenmektedir.

Diğer taraftan, NATO çerçevesinde de iki ülke arasındaki uyuşmazlıklar sürmektedir. Özellikle Yunanistan'ın NATO'ya dönüşünü engelleyen Türk vetosunun kalkmasından sonra Ege Denizi'nde NATO komuta kontrol sorumlulukları konusunda anlaşmanın sağlanamamasının yaratmış olduğu  sorunların yanı sıra, Yunanistan'ın, Limni ve diğer bazı adalardaki silahlı kuvvetlerini NATO savunma planlarına dahil ederek adaların silahsızlandırılması yükümlülüğünden kurtarmaya çalışması, Türkiye'nin tepkisine neden olmaktadır. Türkiye'nin, Yunanistan'ın NATO çerçevesinde Türkiye'ye verilmesi planlanan askeri ve ekonomik yardımları veto etmektedir.

Günümüz Türk - Yunan ilişkilerinde yaşanan çözümsüzlük sürerken, her iki ülkede de kamuoyunun büyük bir kesimi artık çözümsüzlüğe bir son verilmesi gerektiği kanısını paylaşmaktadır. Siyasilerin birbirlerini karşılıklı olarak suçlamaları ve çözüm önerileri üretememeleri artık eleştiri konusu olmaktadır. Her iki ülke halkı da karşılıklı güven ve işbirliğinin geliştirilmesini istemektedir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunların iç politikada propaganda malzemesi olarak kullanılması da artık eskisi kadar etkili olmamaktadır. Gerçi iki ülke siyasileri arasında yapılan görüşmeler sırasında esas sorunlar üzerinde herhangi bir çözüme ulaşılamamaktadır, ama iki ülke arasında uyuşmazlık konusu olmayan alanlarda işbirliğine gidilmesi gereği, giderek kabul görmektedir. Güven eksikliği ise, tarafların her türden girişiminin kuşku ile karşılanmasına yol açmaktadır.

1987 yılında DAVOS'da başlatılan iki ülke arasında diyalog ise, ilişkilerin güven ortamı içerisinde değerlendirilmesinde yetersiz kalmış ve yeni gerginliklerin ortaya çıkmasını engelleyememiştir. Bununla birlikte, özellikle Mayıs 1988'de Türkiye Dışişleri Bakanı Yılmaz ile Yunanistan Dışişleri Bakanı arasında imzalanan Atina Mutabakatı, Davos'da başlatılan ılımlı ilişkiler kurma sürecinin sürdürülmesinde önemli bir adım olmuş, taraflar karşılıklı güven arttırıcı önlemler konusunda mutabık kalmışlardır. [13]

1990'larda da ilişkileri gerginleştiren olaylar yaşanmıştır. Bunların büyük bir kısmı Türk savaş uçaklarının Yunanistan'ın iddia ettiği 10 millik hava sahasını tanımadığını göstermek için yapmış olduğu uçuşlardan kaynaklanırken, özellikle iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştiren konu, Yunanistan'ın ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletebileceği iddiaları olmuştur. Nitekim, 1994 yılı Ocak ayından itibaren bu konudaki tartışmaların yoğunluğu dikkat çekmektedir.

Ocak 1994'de Yunanistan Başbakanı Papandreu, yaptığı bir radyo konuşmasında Ege Denizi kıta sahanlığı sınırının belirlenmesi konusunu iki ülkenin Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na götürerek çözebileceği önerisini dile getirmiştir. Mayıs 1994'de Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü F. Ataman, Atina'nın ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletmeyi arzulamasının kabul edilemez olduğunu dile getirerek böylesi bir kararın iki ülke arasında bir savaşa yol açacağını tekrarlamıştır. Buna karşılık olarak, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü K. Bikas da yapmış olduğu açıklamada, Yunanistan'ın ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletmesinin egemenlik hakkı olduğunu dile getirmiştir. Bu arada gündeme getirilen bir başka konu ise, PKK terör örgütüne verilen destek konusu olmuş ve Yunanistan'ın bu örgüte vermiş olduğu destek sert bir dille kınanmıştır.  Yunanistan, Temmuz ayında yapmış olduğu bir açıklama ile bu iddiayı reddetmiştir.

Ekim 1994 tarihinde TBMM Başkanı Cindoruk, Yunanistan'ın ulusal karasuları sınırını 12 mile çıkarması kararının Türkiye'yi askeri hareketle karşılık verme durumuna getireceğini belirtmiştir. Savunma Bakanı M. Gölhan, Türkiye'nin Ege Denizi'nin barış gölü olmasını istediğini, Yunanistan'ın ulusal karasularını 12 mile genişletme yönünde çabaladığını bunun ise Türkiye tarafından kabul edilemez olduğunu açıklamıştır. Dışişleri Bakanı M. Soysal da Türkiye'nin Yunanistan ile olan sorunları barışçıl yöntemlerle çözmekten yana olduğunu, ancak Yunanistan'ın karasularını 12 mile genişletmesi gerçekleşirse, bunun savaş nedeni olacağını, 6 millik karasular sınırının her iki ülkenin de çıkarlarına en uygun sınırlandırma olduğunu açıklamıştır. Kasım ayında yapmış olduğu bir açıklamada Başbakan T. Çiller, Türkiye'nin Yunanistan'ın Ege Denizi'nde yaratacağı bir oldu bittiye asla izin verilmeyeceğini belirtmiştir. Bu arada, iki ülke silahlı kuvvetleri Ege Denizi'nde askeri tatbikatlara başlamış bu durum gerginliği arttırmıştır. 1995 yılı Ocak ayı sonunda Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir yazılı açıklama ile Türkiye'nin Ege Denizi'ndeki karasuları sınırının genişletilmesi konusunda izlemiş olduğu politikasında ve tepkisinde bir değişikliğin olmadığı vurgulanmıştır.

25 Aralık 1995 tarihinde Ege Denizi'nde yaşanan bir deniz kazası ise, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde o güne değin gündeme gelmemiş olan bir konuya dikkatleri çekmiştir; Figen Akat isimli bir Türk yük gemisinin Kardak kayaklıklarında karaya oturmasının ardından gelişen olaylar, bu adacıkların hangi ülkenin toprağı sayılacağı tartışmasını başlatmakla kalmamış, aynı zamanda, Ege Denizi'ne yayılmış olan ve statüleri henüz belirlenmemiş olan adacık ve kayalıklar dolayısıyla iki ülkeyi sıcak bir çatışmanın eşiğine de getirmiştir. Yunanistan, 1932 yılında Türkiye ve İtalya arasında imzalanmış bulunan protokole dayanarak bu kayalıkların Oniki Adalar'ı oluşturan bitişik adacıklar olduğunu, dolayısıyla, Yunanistan'ın egemenliğinde bulunduğunu iddia ederken Türkiye, söz konusu protokolün geçerliliğinin tartışmalı olduğunu belirtmekte ve bitişik adacıklar kavramının açıklığa kavuşturulması gerektiğini öne sürmektedir. [14]

1997-1998 dönemi ise, NATO Genel Sekreteri Javier Solana tarafından yürütülen Güven Arttırıcı Önlemler'in iki ülke arasında sağlanmasına yönelik girişimlere sahne olmuştur. Atina ve İstanbul Mutabakatları doğrultusunda iki ülke arasında gerilimi azaltıcı önlemlerin saptanarak yürürlüğe konulmasına çalışılmış; bu doğrultuda, Yunanistan'ın Genel Sekreterin önerilerini reddetmesine rağmen Türkiye, tek taraflı olarak, bu önerileri uygulamaya koyarak, Ege'deki görevleri sırasında Türk Hava Kuvvetleri uçaklarının silah yükü taşımayacaklarını; havada önleme olaylarını ortadan kaldırmak için Ege çıkışlı uçuşlarda, uçakların kimliklerini elektronik olarak tanıyan ikaz (IFF/SIF) cihazlarını çalıştırarak NATO tarafından öngörülen kodlarını bağlayacaklarını; Hava savunma sisteminin önemli bir unsuru olan Bölge Harekât Merkezlerinin muhabere devrelerinin Türkiye ve Yunanistan tarafından açılması ve karşılıklı bilgi aktarma konusunda mutabık kalınması halinde, Ege'deki uçuşlar hakkında bilgi alışverişine başlanabileceğini; Deniz ve havada yapılacak eğitim ve keşif gözetleme faaliyetlerinde uluslararası kuralların titizlikle uygulanmasına devam edileceği; Yunanistan'ın bu uygulamaları yıl boyunca kesintisiz sürdürmesi halinde moratoryumun 1998 yılı için üç aya çıkarılmasının kabul edileceğini açıklamıştır. [15]

1998-1999 dönemi, Türk - Yunan ilişkilerinde tartışılan bir diğer konu ise, Yunanistan'ın Türkiye'nin AB'ye tam üyelik başvurusuna çıkarmış olduğu engellemeler ve bu ülke ile Kıbrıs Rum kesimi arasında imzalanış bulunan Ortak Savunma Doktrini çerçevesinde yürütülen Kıbrıs'ın silahlandırılması faaliyetleri olmuştur. Kıbrıs Rum yönetimi tarafından adaya Rus yapımı S-300 füze sistemlerinin konuşlandırılacağının açıklanması, adadaki dengeyi bozacağından ve Türk toplumunun güvenliğinden endişe duyan Türkiye'nin sert tepkisine neden olmuştur. Türkiye, güvenliğine yönelik bir tehdit olarak algıladığını açıkladığı bu girişimin yarattığı sakıncaları ortadan kaldırmak için askeri önlemler de dahil olmak üzere gereken her türlü önlemi alma konusunda kararlılığını ifade etmiş ve füzelerin adadaki Türk askeri varlığı ile bir bağ kurularak pazarlık konusu yapılmasına izin vermemiştir.

1999 yılında  Türk - Yunan ilişkilerinde gerginliğe yol açan bir diğer sorun ise, bu ülkenin PKK ve lider kadrosuna vermiş olduğu desteğin açığa çıkması olmuştur. PKK lideri A. Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasına yol açan Türkiye'nin baskılarının ardından, Öcalan'ın Rusya, Yunanistan, İtalya ve Kenya arasında süren yerleşke arayışları sırasında Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin sağlamış olduğu destek, Öcalan'ın Kenya'da Türk istihbarat timlerinin düzenlemiş olduğu operasyonla ele geçirilmesinin ardından bütün gerçekleriyle açığa çıkmıştır. Öcalan'ın kullanmış olduğu pasaport Kuzey Kıbrıs Rum Cumhuriyeti tarafından verilirken, Kenya'da kalmış olduğu yer ise, Yunanistan'ın bu ülkedeki Nairobi Büyükelçiliği olmuştur. Ayrıca Öcalan'ın İtalya'dan çıkarılmasının ardından Yunanistan'a yapmış olduğu ziyaret ve ardından Kenya'ya geçişi sırasında da Yunan istihbarat servisi ve siyasi yetkilileri Öcalan'ın yanında bulunmuşlardır. Bütün bu gelişmeler sırasında Yunanistan'ın PKK'ye vermiş olduğu destek bütün açıklığıyla gözler önüne serilmiş ve Yunanistan'da siyasi bunalıma yol açmış, olaya karışan yetkililer hakkında soruşturma açılırken Dışişleri Bakanı Pangalos istifa etmek zorunda kalmıştır.

Bu arada iki ülke arasındaki ilişkileri olumlu yönde etkileyen kimi olaylar da yaşanmıştır. 17 Ağustos 1999 tarihinde Türkiye'de yaşanan deprem afeti sırasında ve sonrasında Yunanistan ve Türkiye arasında özellikle halkların birbirlerine olan yaklaşımlarını insani boyutta değerlendiren gelişmeler yaşanmıştır. Karşılıklı yardım ve dayanışmanın örnekleri yaşanırken, iki halk arasında kişiliklere ve niyetlere ilişkin olumsuz algılamaların nedenleri ve etkisi üzerinde bir tartışma yaşanmış; medya, iki halk arasındaki bu dostluk ve dayanışmanın siyasi düzeyde de sürdürülmesi gerektiğine işaret eden haberler vermeye başlamıştır. Bu bağlamda, siyasilerin de dış politikada ulusal çıkarları göz ardı etmeyen ve iki ülke arasındaki diyalog sürecini olumlu yönde geliştiren açıklamalarda bulundukları gözlenmiştir.

Son bir değerlendirme yapmak gerekirse; Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlara daha oldukça uzun bir süre çözüm bulunamayacağı düşünülebilir. Tarafların kendi tezlerinde izlemiş oldukları katı tutumlar devam ettiği sürece iki ülke arasındaki uyuşmazlığı gidermek oldukça güç bir uğraş olarak gündemdeki yerini koruyacaktır. Giderek, iki ülke arasındaki gerginlik tırmandıkça ve çözümsüzlük sürdükçe, sorunların bir savaşla çözümlenebileceğine ilişkin yaklaşımlar tartışılmaya başlanacak ve günün birinde, taraflardan herhangi biri, ulusal ve/veya uluslararası ortamı uygun bulduğu bir anda, isteklerini savaşa başvurarak gerçekleştirmeye çalışacaktır. Bu nedenle, her iki ülkede de sorunların çözüme vardırılması zorunluluğunun yanı sıra, izlenmesi gereken yöntemin hukuksal ve/veya siyasal olması gereğine olan inancın da yerleştirilmesi zorunludur. Herkes tarafından vurgulandığı gibi, Ege Denizi iki ülkeyi ayıran değil birleştiren bir deniz olmalıdır.

Ocak ve Şubat 2000 tarihlerinde Yunanistan Dışişleri Bakanı'nın Ankara'yı ardından da Türkiye Dışişleri Bakanı'nın Atina'yı resmen ziyaret etmeleri ve bu ziyaretler sırasında esas sorunlara ilişkin olmamakla birlikte yakınlaşmayı ve işbirliğini geliştirecek alanlarda önemli anlaşmalar imzalamış olmaları, her iki ülkede de barış, karşılıklı dostluk ve güvene dayalı işbirliği arzularının siyasi iktidarlar tarafından da benimsenmekte olduğunu göstermiştir.[16]Bununla birlikte, esas sorunların tartışılmaya başlanacağı ve 10-11 Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi'nde de dile getirilen 2004 tarihine kadarki süreçte, tarafların gösterecekleri esneklik ve uzlaşmacı yaklaşım ilişkilerin yeniden gerginliğe dönüşüp dönüşmeyeceğini de belirleyecektir.

Tarihin her döneminde köklü düşmanlıklar yaşamış ulusların, artık günümüzde karşılıklı güven ortamı içerisinde dostluk ve işbirliğini geliştirdiklerini görmekteyiz. Neden Türk ve Yunan halkları bu hakka layık olmasınlar? 
  
 


13-  27 Mayıs 1988 Atina Mutabakatı aşağıdaki gibidir; İki taraf aşağıdaki güven arttırıcı önlemler üzerinde mutabık kalmışlardır:1) Her iki  taraf yek diğerinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne ve Ege'nin açık deniz alanlarını ve uluslararası hava sahasını kullanma haklarına saygı gösterilmesi yükümlülüğünü teslim etmektedirler.

2) İki taraf açık deniz alanları ve uluslararası hava sahasında milli askeri faaliyetler icrasında, deniz ve hava trafiğinin uluslararası belgeler, kurallar ve yönetmeliklerde öngörülen çerçevede kolayca akımına müdahale etmemeye gayret göstereceklerdir. Bu istenmeyen gerginlik kaynaklarının ortadan kaldırılmasına ve çatışma riskinin azaltılmasına katkıda bulunacaklardır.

3) İki taraf açık deniz alanlarına ve uluslararası hava sahasında notam veya diğer bildirim veya ikaz gerektiren milli askeri tatbikatların planlanması ve icrasının, aşağıdaki hususları da mümkün olacak azami ölçüde bertaraf edecek şekilde yürütülmesine mutabık kalmışlardır.

i) Belirli bölgelerin tecrit edilmesi.

ii) Tatbikat alanlarının uzun süreler için kapatılması.

iii) Tatbikatların turizmin en yoğun olduğu dönemlerde (Her yıl 1 Temmuz'dan 1 Eylül' kadar -1988 yılı için 7 Temmuz - 1 Eylül) ve başlıca milli ve dini resmi tatillerde icra edilmemesi.

 Bütün milli askeri faaliyetlerin planlanması ve icrası mevcut uluslararası kural, yönetmelik ve usullere uygun olarak yürütülecektir.

4) İki taraf yukarıdaki hususların gerçekleştirilmesi amacıyla ve mevcut uluslararası yönetmelik ve usuller saklı kalmak kaydıyla gerektiğinde diplomatik yollardan bilgi teatisinde bulunacaklardır.

5) Bu Mutabakat Muhtırası'nın hükümleri, Davos Ortak Basın Bildirisi'nin hükümleriyle birlikte geçerli olacak ve bunlara tümüyle uygun olarak tatbik edilecektir. 
Dış Basında Dışişleri Bakanı A. Mesut Yılmaz'ın Atina Ziyareti, Ankara: TC Başbakanlık BYE Genel Müdürlüğü Yay. Mayıs1988, ss. 57-58.14-  1932 yılında Türkiye ve İtalya arasında Meis bölgesinin statüsünü düzenleyen 4 Ocak 1932 tarihli Anadolu Sahilleri ile Meis Adası Arasındaki Ada ve Adacıkların ve Bodrum Körfezi Karşısındaki Ada'nın Cihedi Aidiyeti Hakkındaki Sözleşme ile deniz sınırlarına ilişkin uyuşmazlık giderilmiş; aynı gün yapılan bir mektup değişimi ile de Türk - İtalyan deniz sınırının iki taraf arasında hiçbir tartışma konusu olmayan geri kalan kısmının çizilmesi için bir Türk - İtalyan teknisyenler toplantısı düzenlenmesi önerilmiş  ve bunun sonucu, 28 Aralık 1932 tarihinde bir protokole dönüşmüştür. Uluslararası hukuk açısından herhengi bir geçerliliği bulunmayan bu teknisyenler zaptı, Yunanistan tarafından Kardak bunalımı sırasında söz konusu kayalıkların aidiyetine ilişkin olarak ileri sürülmüştür. Bu konudaki tartışmalar için bkz; Ali Kurumahmut, (Y. Hazırlayan), Ege'de Temel Sorun  Egemenliği Tartışmalı AdalarAnkara: TTK Yayınları, 1998. 
15-  Bu konuda bkz; Lale Sarıibrahimoğlu, "Askerlerin Gizli Diyaloğu", Cumhuriyet, 24 Mayıs 1998, s. 1; "NATO Genel Sekreteri'nin İyi Niyet Girişimleri / 1 Temmuz 1997", "NATO Genel Sekreteri'nin Önerilerine Yunan Hükümetinin Yaklaşımı / 3 Temmuz 1997", http://access.ch/turkei/GRUPH/H977.htm, B. Tarihi: 24/10/2000; "Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sayın Necati Utkan'ın Ege'de Güven Arttırıcı Önlemler Konusundaki Bir Soruya Verdiği Cevap", http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/TURKHABER/1988/17haziran/T5.htm, B. Tarihi: 24/10/2000. 
16- Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan anlaşmaların G. Papandreu'nun İ. Cem'e göndermiş olduğu 25 Haziran 1999 tarihli mektupta sözü edilen alanlarda -kültür, turizm, çevre, ticaret, örgütlü suç, yasadışı göç, uyuşturucu ticareti gibi- olması ilginçtir. Söz konusu alanlarda işbirliğine gidilmesine ilişkin öneriler 1970'lerin ikinci yarısından itibaren Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleştirilen hemen her diyalog arayışında gündeme getirilmekle birlikte sonuçsuz kalmıştır. T. Niles tarafından Nisan/Mayıs 1998 tarihinde yazılan ve Strategic Regional Report'ta yayınlanan bir makalede iki ülke arasında kurulacak bir yakınlaşmanın ticaret, turizm ve çevrenin korunması yanında uyuşturucu ticareti, yasadışı göç, mülteci ticareti, organize suçlar üzerinde gerçekleşmesi gerektiği vurgulanmıştır. Thomas Niles, "Greek-Turkish Cooperation", Strategic Regional Report, April/May 1998, Western Policy Center, Washington. http://csmonitor.com/durable/1998/06/17fp19s1-csm.htm B. Tarihi: 06/04/1999. Niles'ın ABD'nin eski Atina Büyükelçisi olarak 1993-1997 arasında görev yaptığı dikkate alınırsa bu durum ilginçtir.

Okunma 6718 kez
Yorum yapmak için oturum açın

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik