1980 Sonrası Dönem Türk - Yunan İlişkilerinde Niyetlere İlişkin Algılamalar
  • Üyelik
Çarşamba, 18 Nisan 2018 07:45

1980 Sonrası Dönem Türk - Yunan İlişkilerinde Niyetlere İlişkin Algılamalar

Yazan
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

KARŞILIKLI ALGILAMALAR

1980 Sonrası Dönem Türk - Yunan İlişkilerinde Niyetlere İlişkin Algılamalar

1981 sonrası dönem, her iki ülkede de ulusal ve uluslararası koşular göz önünde bulundurulduğunda, Türk-Yunan ilişkileri açısından sertlik yönünde tırmanışların yaşandığı bir dönem olmuştur. Gerçekten de, Yunanistan'da özellikle Türkiye, ABD ve NATO ile ilişkiler konusunda radikal sayılabilecek görüşlerle iktidara gelen Papandreu'nun kendi ulusal kamuoyu önünde güçlü bir hükümet imajı yaratmaya çalışması ve bu durumu sarsmamak için Türkiye ile doğrudan görüşmelere girmekten kaçınması ve görüşmelere başlanması için önkoşullar ileri sürmesi, uluslararası ilişkileri açısından Avrupa'dan dışlanma tehlikesi içerisinde olan Türkiye'nin, bu ülke ile olan ilişkilerdeki yaklaşımını da etkilemiş ve karşılıklı olarak, iki taraf da görüşmelerin kesilmesinden ve gerginliğin artmasından diğer tarafı suçlamaya başlamıştır.

Bu yapısallaşma içerisinde, Türk-Yunan diyalog süreci büyük bir sarsıntı geçirmiş ve sonuçta, iki ülke arasındaki güvensizliklerin keskinleştiği bir dönem yaşanmaya başlamıştır. Taraflar arasındaki uzlaşmazlıklar konusunda yürütülen görüşmelerin kesintiye uğramasıyla, iki ülke de, ulusal görüşlerindeki kararlılıklarını gösteren fiili olaylardan yararlanma çabalarına ağırlık vermeye başlamışlardır.

Papandreu'nun Türkiye'yi Yunanistan'ın toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliği bakımından bir "tehdit" kaynağı olarak göstermesi ve NATO ittifakından, ABD'den, Yunanistan'ın doğu sınırları için etkin garanti istemesi, Türkiye'nin yoğun tepkisini doğurmuştur. Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik dış politikasında gösterdiği dönüşüm, Türkiye'de Yunanistan'ın Türk ulusal çıkarları açısından uzlaşmaz, giderek hırçın bir politika izlemekte olduğu şeklinde değerlendirilmiş ve bu konuda bir açıklama yapan dönemin Başbakanı B. Ulusu; " Yunan Hükümeti'nin bugün takındığı uzlaşmaz tutum gerginlikleri kaçınılmaz kılar ve Yunanistan'ı hüsrana götürür" demiştir. [252]

Bu değerlendirme, Yunanistan'da geniş yankılar uyandırmış ve basında yer alan haberlerde Türkiye'nin Yunanistan'ı tehdit ettiği yorumu yapılmıştır.

"Türklerin bize ve kardeşlerimiz Kıbrıslılara karşı gittikçe artan saldırılarından endişe duyuyoruz. Türkiye'nin tehditleri bir tesadüf eseri değildir. Türk tehditlerinde sinsilik gizlidir. Hiç kimse Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı saldırgan emeller beslediğini söyleyemez ve söylememelidir de... Türkiye'nin Yunanistan ile yine kendisinin sebep olduğu anlaşmazlıklar için karanlık bir planın olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye, bu anlaşmazlıkları, uluslararası adaletin ve müttefiklik şerefinin aksine çözmemekte ısrar ediyor..." [253]

Bu dönemde Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler, karşılıklı suçlamalara sahne olmuştur. Yunanistan'ın NATO askeri kanadına dönüşünü sağlayan Rogers Anlaşması hükümlerinin Yunanistan tarafından geçersiz kılınması, Ege Denizi'ndeki Türk-Yunan komuta kontrol sorumluluklarını belirsizleştirdiğinden, Türkiye'nin bu bölgedeki faaliyetleri, Yunanistan tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Özellikle Türk savaş uçaklarının askeri manevra ve rutin görev uçuşları Yunanistan'ın Türkiye'yi protesto etmesine yol açmıştır. Bu dönem ilişkilerinde en çok tartışılan konu Türk askeri uçaklarının Yunan hava sahasını ihlal ettiğine ilişkin suçlamalar oluşturmuştur. Bu uçuşlar sırasında Türk uçaklarının Yunanistan'ın ilan etmiş olduğu 10 millik sınırı tanımayarak Türkiye tarafından kabul edilen 6 millik karasularına kadar ki bölgelerde  uçuşlarını sürdürmeleri, Yunanistan tarafından iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirmeye yönelik ihlal girişimleri ve Türk saldırganlığının göstergesi olarak yorumlanmıştır. [254]

İki ülke arasındaki gerginlik ve karşılıklı suçlamalara koşut olarak Yunan basın ve kamuoyunu duygusal davranmaya ve "Türk tehditi" suçlamalarına yönelten kimi yanlış algılamalar da yaşanmıştır. Bunlardan bazıları özellikle dikkat çekicidir; 1982 yılı Ocak ayı başlarında bir Yunanlı avcının Türk-Yunan sınır bölgesinde Meriç ırmağı kıyısında Türk avcılarla olan kişisel bir paylaşım sırasında çıkan kavga sonucunda ölmesi, Yunan basın ve kamuoyunda bu kişinin bölgede devriye görevi yapan Türk askerleri tarafından öldürüldüğü şeklinde yer almış ve konu bir anda, ulusal boyut kazanmış ve "Türk saldırganlığı" olarak propagandize edilmiştir.

"Türk askerlerinin sınır bölgesinde bir Yunanlı avcıyı öldürmeleri civar köylerde yaşayanları üzüntüye boğmuştur... Türk nöbetçiler Meriç'te arkadaşı ile birlikte balık avlayan bir balıkçıyı öldürdüler..." [255]"Ördek avlayan bir Yunanlı balıkçının Türk devriye erleri tarafından vurulup öldürülmesi, Meriç bölgesinde şaşkınlık yaratmıştır." [256]

"Cinayet, Evren Cuntasının intikamıdır. Yunanlıyı, Cuntaya karşı olanların kaçmasını önleyebilmek için öldürdüler." [257]

"Protesto edilmeyen tokat... Yunan Hükümeti'nin Meriç'teki olayla ilgili tutumu gariptir. Bir girişimde bulunmak için ilgili raporu beklediğini söylemesi, Türklerin bu tahriğini hiçbir protestoda bulunmadan kabul ettiğini göstermektedir." [258]

"Meriç'te 6 Ocak günü işlenen cinayetin siyasi ve milli bir sebebe dayanmadığı, bir 'hesaplaşma' sonucu meydana geldiği anlaşılmıştır." [259]
Bu olaydan kısa bir süre sonra, bir Yunan gazetesinde Kıbrıs'a ilişkin olarak yayınlanan bir yazıda; "Türkler, Kıbrıs'da Yunan-Türk ilişkilerindeki krizi daha da artıracak olaylar hazırlamaktadır" denildikten sonra, Türkiye'nin adaya bir tümen göndermiş olduğu, Türk kuvvetlerinin alarm durumunda oldukları, Larnaka ve Lefkoşe'ye askeri üslerin havaya uçurulmasını, Kıbrıslı Rumlardan savaş malzemesi çalınmasını, Yunanistan'ın Kıbrıs'a asker gönderdiğini ispatlayabilmek için Yunan subaylarının kaçırılmasını amaçlayan saldırılar düzenledikleri iddia edilmiştir. Ayrıca, bu konuda Kıbrıs Savunma Bakanlığı tarafından bir raporun hazırlandığı ve BM Genel Sekreterine bilgi verildiği ileri sürülmüştür. Bu arada, Kıbrıs Dışişleri Bakanı Rolandis'in "Türklerin tehlikeli planlarına engel olunabilmesi için Moskova'nın yardımını istediği" belirtilmiştir. [260] Bu haber daha sonra Kıbrıs Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı tarafından yapılan açıklamalarla yalanlanmış ve halk sükunete çağrılmıştır. [261]Bu arada, bir başka gazetede, Türkiye'deki askeri rejimin Ege Adalarına karşı bir saldırı hazırlığı içerisinde bulunduğu iddiası yer almış; [262]   diğer bir gazete ise, Türklerin Midilli Adasını Yunanistan'dan  talep ettiklerini iddia etmiş, "Türkiye'nin Yunanistan'a bu konuda bir nota gönderdiğini Midilli Adasını istemesine gerekçe olarak da Lozan Antlaşması'nın başlıca maddelerinin çiğnenmesini gösterdiği" iddia edilmiştir. [263]   Diğer yandan, bütün bunların yanı sıra, bir başka gazete de, "Türkiye'nin Yunanistan aleyhindeki yalan yanlış haberleri bir kampanya şeklinde yürüttüğünü"  ileri sürmüştür. [264]

Bir kaç gün sonra ise, bir Türk savaş gemisinin Ege Denizi'nde Yunan adaları etrafından geçmesi basının yoğun ilgisini çekmiş ve basın, bu olayı, "Yunan karasularının ihlali" ve "Türk tahriği" olarak değerlendirmiştir. [265]  "Türkiye, Ege'deki tahriklerini artırmaktadır... Türk emelleriyle ilgili olan bu tahrik endişe verici bir olay olarak kabul edilmektedir..." [266]  Bunun yanı sıra, Yunan Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün,  "Türk gemisinin seyrinden önceden haberdar olduklarını" açıklamasıyla olay bir başka boyut kazanmıştır. Bu olay sırasında basına yapılan açıklamalarda tutarsızlıklar görülmüştür.

Olaya ilişkin olarak Yunan Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı (Drosoyiannis); "Evia'nın güneyinde görülen Türk savaş gemisi bilinen bir rotada seyrettiği için Silahlı Kuvvetlerimiz şaşırmadı. Yunanistan'ın elinde 'hatta savaş gemileri için' denizcilik kurallarını ihlal ettikleri takdirde bunların seferlerine engel olacak yasalar yoktur" demiş ve "Türk tahriği konusunda Genelkurmay'da bir toplantı yapıldığını" açıklamıştır. Ancak buna karşın, Hükümet sözcüsü (Marudas) yaptığı açıklamada, Türk savaş gemisine ilişkin olarak bir toplantı yapılmış olduğunu yalanlamış ve "Türk savaş gemisi olayı, yalnız denizcilik yasalarıyla ilgilidir ve bu konuda Yunan Hükümeti, Ankara'ya demarşta bulunmuştur" demiştir. Ayrıca  yaptığı açıklamada; "Savaş gemisinin gerek Ege'deki uluslararası sularda gerekse, Yunan karasularındaki seyri hakkında Yunan yetkili makamlarına evvelce gerekli bilgi verilmiştir" demiştir. [267]

Bütün bu tartışmalar, olaya yeni bir boyut kazandırmış ve Türk savaş gemisinin Ege Denizi'nde seyrederken  Sovyet gemilerinin gözlemini üstlenmiş olması ve bundan Yunan Hükümeti'nin haberdar olması, bu denizde NATO operasyonel sorumluluklarının yeniden gündeme getirilmesine yol açmış; Yunan Hükümeti bu konudaki tutumundan dolayı eleştirilmiş ve olay sırasında tutarsız davranmakla suçlanmıştır. [268]

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin süreçsel gelişimi içerisinde yukarıda sıralanmış türden yanlış algılamalara sıklıkla rastlanmaktadır. Türk-Yunan uzlaşmazlıklarına diyalog yoluyla bir çözüm bulunmasının kesintiye uğramış olması, tarafların her türden davranışını kuşkulu kılmıştır. Gerçekten de iki ülke arasında kurulmuş ilişkilerde diyalogun sürmesi, görüşmeler sürerken tarafların bu süreci bozacak davranışlardan kaçınmalarını gerektirdiğinden hem Yunanistan'da hem de Türkiye'de, iki ülke arasında diyaloga yeniden başlanması konusu sıklıkla vurgulanmıştır. Ancak, Yunanistan'ın iki ülke arasında kurulacak bir diyalog süreci için bazı koşullar öne sürmekte oluşu Türkiye'nin tavrını sertleştirmesine neden olmuştur. Özellikle Türk-Yunan ilişkilerini gerginleştiren ve iki ülke arasında tahrik ve saldırganlık suçlamalarına yol açan olaylar, her iki ülkenin de üyesi bulundukları NATO çerçevesinde yürütülen askeri tatbikatlar sırasında yaşanmıştır. Bu tatbikatlar sırasında tatbikata katılan Türk ve Yunan kuvvetlerinin operasyonel sorumluluk alanlarının belirlenmesinde yaşanan güçlükler tatbikatların her iki ülke arasında sorun oluşturmasına yol açmıştır. Bunun yanı sıra, Yunanistan'ın Rogers Anlaşması'nda kurulması kararlaştırılan Larissa karargahına karşı olumsuz bir yaklaşım sergilemesi ve diğer yandan da Limni'de konuşlandırmış olduğu kuvvetleri NATO savunma planları içerisine almak istemesi, Türkiye'nin tepkisini çekmiş ve giderek, iki ülke arasında karşılıklı suçlamalar bu konu üzerinde yoğunlaşmıştır. Limni adasının silahlandırılması ve bu kuvvetlerin NATO'ya tahsis edilmesi çabası, bu bölgedeki adaların silahsızlandırılacağına ilişkin antlaşmaların ihlal edilmekte olduğunu savunan Türkiye ile Yunanistan arasında karşılıklı suçlamalara dönüşmüş ve her iki ülke de bu konudaki görüşlerini ulusal savunma ve güvenlik kaygılarına dayandırmış ve diğer tarafı kendi toprak bütünlüğü açısından tehdit olarak algıladığından silahlanma yoluna gittiğini savunmuştur. Bu arada, Türkiye ve Yunanistan arasında ulusal hava sahasının ihlal edildiğine ilişkin görüş ayrılıklarının sürmekte oluşu, Yunanistan'da, "ulusal karasuları sınırının 12 mile çıkarılarak bütün ilgili sorunların çözümlenebileceği" yaklaşımının sıklıkla dile getirilmesine neden olmuştur.

Dönemin genel karakteristik özelliği, iki ülke ilişkilerinin istikrarsız bir karşıtlık göstermiş olmasıdır. Zaman zaman, iki ülke arasında diyalog kurulması gereği dile getirilmesine karşın, bu yöndeki çabalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Türkiye'nin iç ve dış politik ortamda, "Yunanistan'a yönelik bir tehdit" oluşturduğuna ilişkin algılamalar, Yunanistan'da, Papandreu yönetiminin bu tehlikeye karşı etkin güvence arayışlarına hız vermiştir. Gerçekten de, Papandreu Hükümeti, "Türk tehditi" iddiasına dayanarak NATO çerçevesinde sağlamaya çalıştığı baskı ve garanti arayışlarını sağlamada başarısız kalınca, bu kez, yönünü ABD'ye çevirmiş ve bu ülke ile gerçekleştirilmeye çalışılan üsler anlaşması ve savunma işbirliği anlaşmasının imzalanması karşılığında, Türkiye ile olan sınırlarının garanti edilmesi koşulunu ileri sürmüştür. Bu konuda yapmış olduğu açıklamada, "Yunanistan'ın toprak bütünlüğüne yönelik Türkiye'den gelen gerçek bir tehdit bulunduğuna kuşkumuz yok" [269] diyen Papandreu, Ege Denizi'nde bir süre sonra yapılan planlı tatbikatlar sırasında Türk savaş uçaklarının Yunan hava sahasını ihlal etmiş olduğunu ileri sürerek; "...eğer Türkler on milden rahatsız oluyorlarsa, o zaman biz de kimsenin elimizden alamayacağı bir hakkımızı kullanarak karasularımızı 12 mile çıkarırız. O zaman, hava sahamız da otomatikman 12 mil olur" demiştir. [270]

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin karasularının 12 mile genişletilmesiyle çözümlenebileceği düşüncesi, Türkiye'nin sert tepkisine yol açarken, Yunanistan'ın ulusal karasuları sınırını Ege Denizi'nde 12 mile çıkarmasının "casus belli" savaş nedeni sayılacağı açıklanmıştır.

Bu bağlamda, Yunanistan, Türkiye'den kaynaklandığını iddia ettiği ulusal güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik tehdit algılamalarını karşılamak için uluslararası çabalarını yoğunlaştırmıştır. Özellikle NATO, AET ve ABD çerçevesinde yürütülen ilişkilerde Yunanistan sıklıkla Türkiye ile olan sorunlarını  dile getirmiş ve bu ülkeden kaynaklanan güvensizliğin giderilmesi için gereken baskı ve çabaların gösterilmesini istemiştir. Bu arada, Limni Adasının NATO tatbikatlarına dahil edilmesi sırasında Türkiye'nin bu karara karşı çıkması, Yunanistan'ın tepkisini doğurmuş ve NATO'nun, Yunanistan'ın istemini reddetmesi üzerine Yunanistan bölgede düzenlenen tatbikatlara katılmama kararı almıştır. NATO'yu Türk-Yunan uzlaşmazlığında taraf tutmakla suçlayan Papandreou, bir süre sonra Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup temsilcilerine yaptığı bir konuşmada "Biz bir NATO üyesi olan Türkiye'den tehdit gören NATO üyesi tek Avrupa ülkesiyiz. Toprak bütünlüğümüzü koruma ve savunmada doğudan sorunları bulunan gene tek ülkeyiz" demiştir. [271]

1983 yılı sonlarında, Kıbrıs Türk toplumunun bağımsızlık kararı alarak KKTC'yi ilan etmesi ve kurulan devleti, Türkiye'nin tanıması, Yunanistan'ın şiddetli tepki göstermesine neden olmuştur. Bu konuda bir açıklama yapan Yunan Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin ilan edilen yeni devleti tanımasını ve bu konudaki tutumunu kabul edilemez olarak nitelendirmiş ve "Türkiye bu tutumundan vazgeçmediği takdirde herhangi bir konuda görüşmemiz imkansızdır" demiştir. [272] İlerleyen günlerde, Türkiye'nin kurulan devleti hemen tanımış olması, Yunanistan tarafından kınanmış  ve Yunan Hükümet Sözcüsünün yapmış olduğu açıklamada, "Türkiye KKTC'yi tanıdığı sürece Yunanistan, Türkiye ile ne ikili ne de Kıbrıs sorunu üzerinde herhangi bir konuyu görüşmeyecektir. Türkiye, Kıbrıs'daki kuvvetlerini geri çekmediği sürece, Yunan Hükümeti Kıbrıs konusunda Ankara ile müzakereye girişmeyecektir" denilmiştir. Bu arada Papandreou, "Yunanistan için yegane tehditin Varşova Paktı'ndan değil, Ege'de Türkiye'den geldiğini" vurgulayan açıklamalarda bulunmuştur. [273]

Türkiye'den kaynaklanan tehdit açıklamaları sürerken 1984 yılı Martında, iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştiren bir başka olay yaşanmıştır. 8 Mart'ta basına bir açıklamada bulunan Yunan Hükümet Sözcüsü, Semadirek Adasının kuzeyinde ve açık denizde tatbikattan dönmekte olan 5 Türk savaş gemisinin, Yunan karasuları içindeki Yunan savaş gemisi ve bazı balıkçı teknelerine ateş açtığını iddia etmiş; olayla ilgili olarak Türkiye'nin protesto edildiği ve kendilerinden açıklama istendiğini bildirmiştir. Türkiye'nin böyle bir olayın gerçekleşmediğini bildirmesi ve konuya ilişkin verilerin yeniden ve dikkatli bir şekilde incelenmesini istemesinden sonra, Türkiye'nin bu konudaki görüşleri kabul edilemez bulunmuştur. Ayrıca, basına yapılan açıklamada, Yunanistan'ın, Türkiye'deki Büyükelçisini geri çağırdığı, bu durumda Türkiye'nin Atina'daki Büyükelçisinin de geri dönmesi gerektiği belirtilmiştir. [274]

Diğer yandan yapılan açıklamada; "ABD'nin Atina maslahatgüzarının Yunan Dışişleri Bakanlığına davet edilerek, kendisine, Amerika tarafından Türkiye'ye yapılan yardımlar ve bu ülkenin isteklerinin yerine getirilmesinin Türkiye'yi küstahça cüretkar davranmaya ve bu tür tahriklerde bulunmaya yönelttiği.... NATO üyesi ülkelerin Atina Büyükelçileri davet edilerek kendilerine, bu müttefik ülkenin diğer bir müttefiği tahrik etmesinin kabul edilemez olduğu bildirildi" denilmiştir. [275]

Papandreu ise, olayın, "iki ülke arasında 1974'den bu yana (yaşanan) en büyük tahrik olduğunu"; "Türkiye'nin bu olaydaki asıl amacının Yunanistan'ın kararlılığını ölçmek olduğunu" belirtmiştir. [276]

Bununla birlikte, olay, Türkiye tarafından şaşkınlıkla karşılanmış ve Yunanistan'ın bütünüyle hayali bir olaya dayandığı dile getirildikten sonra, atış yapan Türk gemilerinin uluslararası sularda bulundukları ve Yunan gemilerinin bulunduğu batı yönünde değil, aksine, kuzey ve doğu yönünde atış yaptıklarını ve bu durumdan, Yunan resmi makamlarının haberdar olduklarını açıklamışlardır. Ayrıca açıklamada, Türkiye'nin Atina'daki Büyükelçisini geri çekmeyeceği ve Yunanistan'ın bu konuda yeniden incelemelerde bulunarak durum yeniden normale dönecek şekilde suçlamaların geri alınacağının umut edildiği belirtilmiştir. [277]

Nitekim, bir süre sonra, Yunan kamuoyunu panik havasına sürükleyen bu olayın gerçek yönü anlaşılmış ve olayın, bütünüyle, hükümete yanlış bilgi verilmesinden kaynaklanmış olduğu, bu konuda hükümetin yeterince sağduyulu davranmadığı, gerekli incelemelerin yapılmadan acele, suçlayıcı bir yaklaşım izlendiği öne sürülerek Papandreu Hükümetine yönelik şiddetli eleştiriler sergilenmiştir. Dış basında ise, Yunanistan'ın ileri sürmüş olduğu saldırı olayının gerçek olmadığının anlaşılması ile Yunanistan'ın "gaf"ını kabullenmek zorunda kaldığı ve olayın sorumluluğundan kurtulmak için "Türkiye'den tatmin edici cevapların alındığını" ileri sürdüğünü belirten yorumlar yapılmış ve Papandreu Hükümeti'nin, sürekli "Türk tehditi" konusunda iddialarda bulunduğu belirtildikten sonra, bunun gerçekliğinin "kuşkulu" olduğu belirtilmiştir. Gerçekten de, Yunan basınında da bu yönde yorumlara yer verilirken olay sırasında izlediği tutumdan dolayı, "Papandreu'nun sorumsuz davrandığı" ve "Yunanistan'ı Türkiye ile bir savaş riskine sürüklediği" iddia edilmiştir. [278]

Bununla birlikte Papandreu, "Türkiye'nin Yunanistan için bir tehdit oluşturduğunu" dile getirmeye devam etmiştir; Atina Ticaret ve Sanayi Odası'nda bir konuşma yapan Papandreou, "Türkiye'nin yayılmacı gücünün müttefiklerin de yardımı ile kalıcı ve tehlikeli bir tehdit oluşturduğunu" açıklamıştır. [279]

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin çeşitli yanlış algılamalar yüzünden savaş riskini taşımakta oluşu, iki ülke arasındaki diyalogun kesin bir şekilde yeniden kurulmasını gerektirirken, Papandreu yönetimi, yapmış olduğu açıklamalarda "Türk tehditi"nin devam ettiğini ileri sürmüştür. Yunanistan'ın ulusal bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün Türkiye tarafından tehdit edilmekte olduğunu savunan Papandreu, Türkiye'nin tehditleri karşısında ülkesinin modern silahlara gereksinim duyduğunu söylemiş ve Girit'te yapmış olduğu bir açıklamada Türkiye'yi uyararak, "Yunan halkının Ege'de ortaya çıkacak her tehdite karşı koyacağını Türkiye'ye bildiririz" demiştir. [280]

Selanik'de bir konuşma yapan Papandreu, "Türkiye'ye, silahlı bir el ve tahrikkar hareketlerle önerilen sahte barışçı sözler yerine yapıcı, barışcı hareketlerde bulunması çağrısını" yineleyen Papandreou, "... diğer tarafın yayılmacı politikasını sadece bir ülkenin kararlılığının ikna edebileceğini" belirtmiş ve "Barışçı bir diyalog (Türkiye tarafından) barışçı hareketler ve jestler geldiği zaman başlar... Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin dikkati kuzeye değil, tehlike ve tehditin geldiği doğuya -Türkiye'ye- yöneliktir... Bağımsızlık ve toprak bütünlüğü olmadan barış olmaz" demiştir. [281]

Türkiye ve Yunanistan arasında uzlaşmazlığın giderilebilmesi için gereken güven ve diyalog oluşturulabilmesi için, Türkiye'nin, Yunanistan tarafından ileri sürülen koşulları kabul etmesi gerektiğini öne süren Papandreu, "... iyimser olduğu Kıbrıs sorununu çözdükten sonra bile Türkiye'nin Ege'deki durumu gerginleştirmesinin ihtimal dışı olmadığını... Türkiye ile diyaloga girilebilmesi için bu ülkenin Lozan ve Montrö Antlaşmalarıyla belirlenmiş olan Ege statüsünü kabullenmesi gerektiğini" savunmuştur. [282]

Bu arada, Yunanistan'ın ulusal savunma stratejisinde değişikliğe gidileceğine ilişkin haberler yayınlanmıştır. Haberleri doğrulayan Yunan Hükümet sözcüsünün açıkladığına göre; "Yunanistan'ın değiştirilmiş yeni savunma dogması" konusunda bir öneri yapılmış ve Hükümet bu öneriyi Noel tatilinden hemen sonra Dışişleri ve Savunma Konseyi'nde (KYSEA) ele almayı kararlaştırmıştır. Sözcü, Yunanistan'ın savunma sisteminin bugüne kadar "tehlike kuzeyden var" dogmasına dayalı olduğunu, Hükümetin ise, "Yunanistan'ın doğudan tehdite" maruz bulunduğunu önceden açıklamış olduğunu belirtmiştir. [283]

Yunanistan'ın bu yöndeki değişiklik kararını değerlendiren ve Türkiye'nin görüşlerini açıklayan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü (Eralp), yeni Yunan planının "Yunanistan'ın NATO üyeliğinin uydurma olduğunu ortaya koyduğunu" belirtmiş; "... öyle görülüyor ki, Yunanistan Başbakanı Papandreou bile iç tüketim amacıyla yarattığı sahte Türk tehdidinden korkmaya başlamıştır" demiştir.[284]

Bu konuya ilişkin olarak yapılan bir başka açıklamada ise; "Yunan Başbakanı bir kere daha ülkesinin Türkiye'den tehdit edildiğini iddia ederek Türkiye'ye karşı silahlı kuvvetlerinde düzenlemeler yapacağını açıklamıştır. Bu gelişme hiç şüphesiz Yunanistan'ın NATO içindeki durumu ile ilgili bir görüşmeye sebep olacaktır. Yunanistan Türkiye'den tehdit edildiği efsanesini kullanarak NATO savunmasını mahvetmek istemektedir... Türkiye, sorumsuz Yunan tutumuna karşı kendi tedbirlerini almaktadır. Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı olan düşmanca politikasında ısrarı Ege'deki karasuları konusunda bir hazırlık anlamındadır. Bunun doğuracağı kötü sonuçlar konusunda bir kere daha dikkatli olmalıyız. Bu konudaki sorumluluk tümüyle Yunanistan'a aittir" denilmiştir. [285]

NATO çerçevesinde yapılan değerlendirmelerde de, Yunanistan'ın silahlı kuvvetlerini NATO savunma planları dışında bir şekilde düzenlemesinin ittifakın benimsemiş olduğu değerlerle bağdaşmadığı vurgulanmış ve bu durumun, ittifak sisteminin güneydoğu kanadının işlerliğini aksatacağı ileri sürülmüştür.

Yunanistan'ın savunma planlarında değişiklik yapması ve ulusal silahlı kuvvetlerini Türkiye'den duymuş olduğu askeri tehditi önlemek üzere yeni bir konuşlandırmaya gideceğini açıklaması, Yunanistan'da iç politika açısından hükümete yönelik eleştirilerin yapılmasına neden olmuştur. Genel olarak Yunan basını, Türkiye'nin Yunan ulusal güvenliği açısından bir tehdit oluşturduğu fikrini benimser görüşleri savunmakla birlikte, uygulamada Yunan silahlı kuvvetlerinin zaten bu tehditi göz önünde bulundurarak konuşlanmış olduğu ileri sürülmüş ve askeri açıdan gerçekte herhangi bir yenilik getirmeyen bu durumun aslında uygulanan politikaların siyasi yönünün dile getirilmesine yönelik olduğu belirtilmiştir. Bu arada Papandreu'nun gerçekleştirmeye çalıştığı yeni savunma doktrininin, "Yunanistan'ın uluslararası alanda güvenilirliğini tartışılır duruma soktuğu" ve "Türkiye'nin bu durumdan yararlanarak NATO ve ABD çerçevesinde Yunanistan'ı zor duruma düşürecek bir propagandaya girişmesine olanak tanıdığı" dile getirilmiştir. Türkiye ve Yunanistan  arasındaki ilişkiler, Yunanistan'ın, Türkiye'yi açık ve doğrudan tehdit kaynağı olarak gördüğünü açıklaması ve ulusal kuvvetlerini bu tehditi karşılamak üzere yeniden konuşlandırmaya karar vermesiyle yeni bir boyut kazanmış ve iki ülke arasındaki gerginlik, giderek tırmanmaya başlamıştır. Nitekim, Türkiye'nin dile getirmiş olduğu diyalog arayışları Yunanistan'ın ileri sürmüş olduğu ön koşullardan dolayı sonuçsuz kalmıştır.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler, 1986 yılından itibaren dalgalanma göstermeye başlamıştır. Bir yandan, Yunanistan'ın Türkiye'den duymuş olduğu tehdit algılamalarına ilişkin suçlamaları devam ederken iki ülke arasındaki diyalog sürecinin ilk adımları atılmaya başlanmıştır. Bununla birlikte, özellikle, Türkiye'nin AET'le bütünleşme çabaları açısından Yunanistan, Türkiye ile olan uzlaşmazlıkların giderilmesi gerektiğini vurgulamaya başlamış ve Türkiye'nin Avrupa Konseyi ile ilişkilerini canlandırmasına Yunanistan'ın karşı olduğu dile getirilmiş; "Yunanistan'ın, Türkiye'nin tehditi altında olduğu" ve "Türkiye'de demokrasi ve insan haklarının Avrupa ile ilişkilerin normalleşmesini sağlayacak düzeyde olmadığı" savunulmuştur. [286]

Diğer yandan Limni'nin NATO çerçevesinde savunma planlarına dahil edilmesi konusunda çıkan tartışmalar sonrasında Papandreou, verdiği bir demeçte "Türk yayılmacılığının Yunanistan aleyhinde harekete geçmesinin gelecek asır içerisinde beklendiğini... durumun kendileri için giderek daha tehlikeli geliştiğini bildirmiş; gerekçe olarak da nüfus bakımından zaten az olan Yunanistan'a karşılık Türkiye'ye askeri açıdan verilen silahların da durumu bir kabusa dönüştürmekte olduğunu" ileri sürmüştür. [287]

Parlamentoda Yunan dış politikasına ilişkin bir konuşma yaparken Türkiye ile ilişkilere değinen Papandreu;

"Şu anda, Yunan topraklarının tümü konusunda Türkiye'den kaynaklanan bir güvenlik sorunu mevcuttur. Bildiğiniz gibi, Türklerin ülkemiz aleyhinde uzun vadeli talepleri vardır. Şu anda Dışişleri Bakanlığı'nda Türklerin uzun vadeli emelleriyle ilgili olarak 1975 yılına ait bir belge bulunmaktadır... Yunan ve Türk halklarını ayıran bir şey yoktur, aksine ortak çıkarlarımız vardır. Ancak her türlü 'olumlu' adım konusunda bir Türk reddi mevcuttur.... Türk tarafı hava sahamızı sürekli bir biçimde ihlal ederek 1982 yılındaki moratoryum çabalarımıza set çekmiştir. Biz diplomatik diyalog için bazı çabalar harcadık; Ancak Denktaş'ın sahte devlet ilanından sonra Türklerle her türlü 'teması' kesmiş olduk. Kıbrıs konusu muallakta bulunurken ve Ege ile ilgili hukukî statü hakkında tereddütler ifade edilirken diyalogdan söz edilemez... Gerçek şudur ki, Türkiye, Ege'deki adaları Yunan adaları olarak kabul eden 1923 Lozan Antlaşması'nı tereddütle karşılamaktadır... 1947 Paris Antlaşması ve BM tüzüğünün ülkemizin Oniki Adayı savunmasına hak tanıyan 51. maddesi konusunda tereddüt yaratmakta... uluslararası hukuka uygun bir biçimde karasularımızı 12 mile çıkarma hakkımızdan ve 1958 Cenevre Antlaşması'ndan kaynaklanan adalarımızın kıta sahanlığı konusunda ... (Türkiye) ilk defa olarak  1974 yılından sonra, yani Kuzey Kıbrıs'ın işgalinden sonra 10 mil konusunda uyuşmazlık çıkarmaktadır.... Size şunu söylemek isterim ki, Türkiye son zamanlarda NATO'yu ve kendi topraklarına  daha yakın olduğu gerekçesiyle, adalarımızı bizden daha iyi savunacağını bildirmiştir. Bu toprak bütünlüğümüze karşı yöneltilen bir tehdit anlamında bir işlemdir"
demiştir. [288]Bir süre sonra ise, Kıbrıs konusunda BM Genel Sekreteri tarafından hazırlanan önerilerin Yunanistan tarafından, Türk askerlerinin adadan çıkarılması ve Türkiye'nin garantörlüğü konusunun yeterince açıklığa kavuşturulmadığı gerekçesiyle reddedilmesinden sonra Türkiye; Yunanistan'ın bu konudaki görüşlerini sert bir dille kınamıştır. Türkiye Başbakanı (Özal) tarafından yapılan bir konuşmada, Papandreu'nun izlemekte olduğu yaklaşım eleştirilmiş ve "Ne yapmak istiyorsun Papandreu?.. Kıbrıs eskiden Türk vatanıydı. Ya Türkiye'nin doğrudan garantörlüğünü içeren çözüme varırız ya da geliriz. Yunanlıların şunu bilmeleri gerekir; Türklerin sabrının da bir sınırı vardır" denilmiştir. [289]

Türkiye'nin sert tepkisi hem Yunanistan'da hem de Kıbrıs'ta içerik bakımından "tehdit"ve "şantaj" nitelikli olarak değerlendirilmiş ve Türkiye'nin Yunanistan'la ilişkilerini sertleştirmek istediği şeklinde yorumlanmıştır.

Bir süre sonra, Yunan basını ile bir toplantı yapan Türkiye Başbakanı Özal, bu toplantı sırasında, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin, Yunanistan tarafından Türkiye'ye yöneltilen sertlik yanlısı politikalarla daha da kötüleştiğini öne sürmüş ve Yunanistan'ın, Avrupa Konseyi'nde Türkiye'nin Konseyle olan bağlarını güçlendirme çabalarını engellemesini, AET ile ilişkilerinin yeniden düzenlenmesinde güçlük çıkarmasını, NATO çerçevesinde Limni konusunu gündeme getirmesini örnek olarak göstermiştir. Ayrıca, Yunanistan'ın ulusal güvenliği açısından Türkiye'yi tehdit kaynağı olarak göstermesini eleştirmiş ve Papandreu'nun bu durumu kullanarak adaların silahlandırılmasına çalıştığını ileri sürmüştür. BM Genel Sekreteri'nin önerilerinin Yunanistan'la sıkı bağları  olan Kıbrıs Rumları tarafından reddedilmiş olmasının, Yunanistan'ın görüşmeler yoluyla bir çözümden kaçındığını ve gerilimi sürdürebilmek için Kıbrıslı Rumların zararına da olsa, bunu bahane olarak kullandığını iddia etmiştir. [290]

Diğer yandan, iki ülke arasında güven ortamının sağlanması gerektiğine değinen Özal;

"3 Nisan 1985 tarihli demecimde, Yunanistan'a halihazır sınırların ihlal edilmezliğini de garantileyecek bir Dostluk, İyi Komşuluk, Uzlaşma ve İşbirliği Anlaşması imzalamayı teklif ettim. Bu Papandreou tarafından reddedildi... Şimdiye kadar olumlu bir cevap almış değilim... Ege kıta sahanlığında Türk ve Yunan iddiaları çakışmaktadır. Kıta sahanlığı henüz hukuken sınırlanmadığı için, bir ülke, kendi topraklarında gözü olduğu iddiası ile diğerini suçlayamaz. 1976 Bern Anlaşması, bunun anlamlı müzakereler yolu ile çözümlenmesi anlayışını getirmiştir. Problem, Yunan Başbakanı'nın uluslararası hukuku tek yanlı yorumlaması üzerine dayandırdığı kendi haklılığı ve maksimalist iddialarını Türkiye'ye empoze etme girişimlerinden doğmaktadır. Bu aşırı tutumun doğal sonucu olarak, Papandreou, sonunda taviz verileceği gerekçesiyle, Türkiye ile müzakereye girmeyi reddetmektedir. Sonuç olarak, Türkiye tarafından herhangi bir diyalog çağrısının ardında saldırgan emeller görülmektedir. Savunmaya yönelik herhangi bir demeç, tahrikkâr olarak yorumlanmaktadır ve herhangi bir bıkkınlık ifadesi tehdit olarak algılanmaktadır... Temelde yapay olan bu politikanın başarısı en az iki şarta bağlıdır. Her şeyden önce, Yunan kamuoyunun tehditin Türkiye'den geldiğine inandırılması; bunu pekiştirmek için de, Türkiye'nin geçmişi ve geleceği ile, antidemokratik, askeri, baskıcı, insan haklarını ihlal eden bir ülke olarak sunulması gereklidir. Yunan Hükümeti'nin, Türkiye'deki demokratik süreçteki ilerlemenin herkes tarafından kabulünden dolayı duyduğu derin hayal kırıklığının hatta kızgınlığının sebebi budur. Her şeye rağmen, Türkiye'den gelen 'tehdit' diye yarattıkları şeye kendileri inandıkları zaman, bu hayalin gerçekliğine Dünya kamuoyunu da inandırmaya  Çalışmaktadırlar... Nihai değerlendirmede, diyalogun reddi, kendi politikasının gücüne ve haklılığına olan güven eksikliğini göstermektedir. Bu nedenle, provokasyonlar karşısında Türkiye'nin sabrını deneyeceğine, Yunanistan'la iyi ilişkilere girme yönündeki samimiyetini sınamasını Papandreu'dan talep ediyorum"
demiştir.[291]Diyalog konusunda ise Papandreu;

"Diyalog her iki tarafın da her ikisini de tatmin edecek bir çözümün olduğuna inanıldığı zaman yapılmaktadır... Biz Türkiye'den bir şey istemiyoruz; Türkiye bizden istiyor. Türkiye ülkemizin egemen haklarından gerçek tavizlerde bulunmamızı istemektedir. Demokratik ve halktan seçilmiş bir Yunan Başbakanının 'tehditlerinize son vermek için benden ne vermemi istiyorsunuz?' sorusu ile diyaloga gideceğine inanmam. Eğer soruyu Türkiye'ye sormuş olsaydık cevabı şöyle olacaktı; 'yarı Ege'yi ver de sonra bakarız, yarı Trakya'yı ver de sonra bakarız' diyalog bu mu ?" [292]

Bu arada Yunan basınında Yunanistan'ın Bulgaristan ile işbirliğini artırmasının ve karşılıklı dayanışma içerisine girmesinin Türkiye ile ilişkilerde Yunanistan'a stratejik yararlar sağlayacağı yönünde görüşler dile getirilmiştir. [293] 
  
 


252- Cumhuriyet, 22 Aralık 1981. 
253- Mesimvrini, 11 Ocak 1982. 
254- Bkz; 1981-82 dönemi Türk ve Yunan basını. 
255- Ta Nea, 7 Ocak 1982. 
256- Eleftherotipia, 7 Ocak 1982. 
257- Eleftherotipia, 8 Ocak 1982. 
258- Vradini, 9 Ocak 1982. 
259- Kathimerini, 13 Ocak 1982. 
260- Kiryakatiki Eleftherotipia, 10 Ocak 1982. 
261- Filelefteros, 12 Ocak 1982. 
262- Mesimvrini, 10 Ocak 1982. 
263- Simerini, 10 Ocak 1982. 
264- Haravgi, 10 Ocak 1982. 
265- To Vima, 15 Ocak 1982. 
266- Kathimerini, 15 Ocak 1982. 
267- To Vima, 16 Ocak 1982. 
268- Bkz; Ta Nea, 20 Ocak 1982; Elefheros Kosmos, 20 Ocak 1982. 
269- Cumhuriyet, 19 Ekim 1982. 
270- Apoyevmatini, 3 Aralık 1982. 
271- Akajans, 8 Kasım 1983. 
272- Bkz; dönemin Yunan basını; ERT-2 TV, 16 Kasım 1983. 
273- Atina Radyosu, 2 Aralık 1983. 
274- Cumhuriyet, 3-10 Mart 1984; ERT-2, 8 Mart 1984. 
275- ERT-2, 8 Mart 1984. 
276- Genel olarak bkz; dönemin Yunan basın ve TV'si. 
277- Cumhuriyet, 3-10 Mart 1984 
278- Bkz; dönemin Yunan basını. 
279- Atina Radyosu, 13 Mart 1984. 
280- Atina Radyosu, 13 Mart 1984. 
281- Atina Haber Ajansı, 20 Aralık 1984. 
282- Eleftherotipia, 20 Aralık 1984. 
283- Atina Radyosu, 17 Aralık 1984. 
284- BYE, 18 Aralık 1984. 
285- BYE, 19 Aralık 1984 
286- Bkz; dönemin Yunan basını. 
287- Fileleftheros, 22 Şubat 1986. 
288- Demokratikos Logos, 24 Nisan 1986. 
289- Bkz; dönemin Türk basını; General Anzeiger, 29 Nisan 1986. 
290- Başbakan Turgut Özal'ın Yunanlı gazetecilerle yaptığı toplantı için bkz; BYE, 23 Haziran 1986. 
291- BYE, 23 Haziran 1986. 
292- Eleftherotipia, 8 Eylül 1986. 
293- Bkz; dönemin Yunan basını.

Okunma 5511 kez
Yorum yapmak için oturum açın

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik