İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
1980 Sonrası Dönem
12 Eylül askeri müdahalesi sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin sivil yönetimi iktidardan uzaklaştırarak ülke yönetimini eline geçirmesi, iç ve dış politika kararlarının alınması ve uygulanması sırasında kamuoyu ve baskı grupları kadar siyasi parti liderlerinin de etkinliğini ortadan kaldırmıştır. Böylesi bir ortam içerisinde, Türkiye'de askerlerin önündeki en önemli sorunların başında, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamından kurtarılması için gereken önlemlerin bir an evvel alınması, terörün önlenmesi ve uluslararası kamuoyunda Türkiye'nin demokratik kişiliğine yönelik bir saldırı olarak algılanan askeri darbenin yol açmış olduğu tepkilerin azaltılmasını sağlayacak girişimler yer almıştır.
Siyasi partilerin ve parlamentonun kapatılması, demokratik hak ve sorumlulukların yanı sıra Anayasa'nın askıya alınması, basın üzerinde sansür oluşturulması, kamuoyunun tepkilerinin baskılarla sindirilmesi vb. uluslararası kamuoyunda ve özellikle Avrupa'da Türkiye'nin demokratik değerlerden ayrılmış bir yönetim altında olduğu izlenimini güçlendirmiştir. Avrupa Konseyi, AET gibi uluslararası kuruluşlarda ulusal kamuoylarının baskıları sonucunda Türkiye'deki askeri yönetim karşıtı bir yaklaşım belirmeye başlamıştır. Ancak, Türkiye'deki demokrasinin gölgelenmesi olmasına karşın, Batı stratejik çıkarları açısından hala önemini korumakta oluşu, NATO üyesi ülkelerin Türkiye'ye karşı ılımlı bir yaklaşım sergilemesine neden olmuştur.
Askeri darbenin ilk günlerinden itibaren ABD başta olmak üzere diğer NATO üyesi ülkelerin Türkiye'deki askeri yönetimi ılımlı bir dil kullanarak benimsemiş olmaları, Batı ve Doğu Bloku arasındaki ilişkiler, Afganistan bunalımı, İran İslam Devrimi, İran-Irak savaşı vb olaylarla bağlantılı olarak Türkiye'nin stratejik öneminin yeniden gündeme gelmiş olmasındandır. Bölgesel bunalımların yoğun olarak yaşanmakta olduğu böylesi bir ortamda, NATO sistemi içerisinde yeni bir çatlağın oluşmasının sakıncaları, bu ülkelerin Türkiye üzerinde yoğun baskı yapmalarını engellemiş ve bu ülkeler, ulusal kamuoyları karşısında Türkiye'ye karşı kimi zaman sert bir dil kullanmakla beraber, ikili ilişkilerde ılımlı bir yaklaşım sergilemek zorunda kalmışlardır.
Türk-Yunan ilişkileri bakımından, Türkiye'deki askeri müdahalenin ayrı bir önemi vardır. Bu askeri müdahale sonucunda Yunanistan'ın NATO askeri kanadına dönüşünün sağlanmış olması, daha sonraki dönemlerde sivil yöneticilerin, dışişleri bürokrasisinin ve hatta askerlerin sert eleştiriler yöneltmesine yol açmıştır.
Yunanistan'ın NATO'ya dönüş koşullarını hükme bağlayan "Rogers Planı"nın daha sonra Yunanistan tarafından reddedilmesi ve bu durumda herhangi bir yaptırımın öngörülmemiş olması, Türkiye'nin bir oldu bitti ile karşılaşmasına neden olmuştur. Gerçi Başbakan B. Ulusu ve Dışişleri Bakanı İ. Türkmen'in haberi olmadan düzenlenen Türkiye'nin vetosunu geri aldığına ilişkin karar, Evren ve Rogers arasında "asker sözü" yeterli güvence sayılarak alınmıştır; ancak, Yunanistan'ın bu anlaşmayı NATO askeri kanadına dönmesinden sonra geçersiz saymasıyla güvence fiilen işlerlik kazanamamıştır. [437]
Dışişleri Bakanlığının olduğu gibi, günümüzde siyasi partilerin büyük çoğunluğu, Türkiye'nin, Yunanistan'ın NATO'ya katılımını kolaylaştıran çekinceleri geri alma kararının, Yunanistan'a Türkiye karşısında önemli diplomatik ve siyasi olduğu kadar ekonomik avantajlar sağladığı kanısındadır. Gerçekten de, Yunanistan'ın AET'e tam üye olmasından sonra Türkiye'nin de tam üyelik başvurusunda bulunacağının tartışılmaya başlanması, Yunanistan'ın veto yetkisini gündeme getiriş ve Türkiye'nin, NATO'daki veto yetkisini zamansız kaldırmakla işlediği hata anlaşılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye, hem NATO'daki veto yetkisini kaldırmasına rağmen Yunanistan'la olan NATO'ya ilişkin sorunlarını çözümleyememiş hem de AET'e tam üyelik başvurusunda bulunacağı zaman Yunanistan'a, kendisine karşı kullanabileceği ve pazarlık konusu olarak ortaya çıkaracağı bir avantaj vermiştir.
437- Bu konudaki tartışmalar için bkz; U. Güldemir, Kanat..;