KIBRIS SORUNU
  • Üyelik
Çarşamba, 18 Nisan 2018 07:24

KIBRIS SORUNU

Yazan
Ögeyi Oylayın
(12 oy)

KIBRIS SORUNU

 

Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasıyla, İngiltere'nin, Kıbrıs üzerindeki fiili egemenliği, hukuki bir dayanağa kavuşturulduktan sonra, Türkiye ve Yunanistan, bu statüye sadık davranışlar sergilemiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise, Oniki Adaların Yunanistan'a verilmesiyle birlikte, Kıbrıs konusunda da bazı ulusçu beklentiler gündeme gelmiştir.

Savaşın sona ermesiyle birlikte, özellikle Kıbrıs Rum toplumu içerisinde İngiltere'den bağımsızlığın alınması ve Yunanistan'la birleşme yönünde tartışmalar yapılmıştır. Ancak, 1946-49 yılları arasında Yunanistan'da yaşanan iç savaşın yaratmış olduğu karmaşa ve İngiltere'nin ekonomik, siyasi ve askeri yardımlarının Yunanistan üzerinde yaratmış olduğu bağımlılık ilişkisi, Yunanistan'ın bu tür ulusçu beklentileri desteklemesini engellemiştir. Gerçekten de, Yunanistan, 1950 yılı başlarına kadar Kıbrıs Rum toplumu liderleri tarafından yöneltilen isteklere karşı soğuk davranmışlardır. Hatta, General Plastiras Hükümeti, 1950 yılında Kıbrıs'ta yapılan halkoylamasını kabullenmekten kaçınmış ve bu durumun Yunanistan ile İngiltere arasında yakınlaşmayı sekteye uğratacağından çekinmiştir. 1950 Haziranında ise, G. Papandreou, "Bugün Yunanistan biri İngiltere diğeri ABD olan iki ciğerle nefes almaktadır. Bu nedenle, Kıbrıs konusu yüzünden nefessiz kalarak boğulmaya dayanamaz" diyerek, benzer bir kaygıyı dile getirmiştir. [38]

Bu yaklaşım çerçevesinde, 1951 yılında Makarios'un Kıbrıs konusunu BM'e götürmek için yapmış olduğu girişimler, Yunanistan tarafından hoş karşılanmamış ve Makarios'un ısrarlı tutumu karşısında Yunanistan, bu yöndeki bir girişimin başarısız kalacağı ve kendisinin de Kıbrıslılar ve diğer insanlar karşısında saygınlığını yitirebileceğini bildirmiştir.[39]

Diğer yandan, 1951 yılında Yunanistan'da Kıbrıs konusunda kamuoyu giderek artan bir ilgi ile hükümet üzerinde baskı yapmaya başlamış ve sonunda General Plastiras bu konuda bazı girişimler yapmak zorunda kalmıştır. Kıbrıs konusunun BM'e götürülmesi hazırlıkları sürerken, İngiltere'nin bu konuda görüşmelerde bulunmak istemesi ile, Yunanistan'ın Kıbrıs konusundaki girişimleri hızlanmaya başlamıştır. Yunanistan'da S. Venizelos'un yapmış olduğu bir açıklama, bu konuda resmi politikaların artık değişmiş olduğunun göstergesi olmuştur. S. Venizelos'un bir İngiliz bakanının, "hiç bir Yunan hükümetinin şimdiye kadar Kıbrıs konusunda resmi iddialarda bulunmamış olduğunu " açıklamasına tepki olarak, yapmış olduğu açıklamaya göre,

"1912'den beri, Yunanistan'da her Yunan hükümeti açıkça Kıbrıs ve Yunanistan'ın birleşmesi isteğini dile getirmiştir. Bu konudaki eksiklikler ise İngiltere'nin davranışları ve Yunan hükümetlerinin, sorunu zamanı geldiğinde barışçıl yollardan çözümlemek için bekleme taktiklerinden kaynaklanmıştır. Yunan hükümetlerinin Kıbrıs sorununa ilişkin yaklaşımları üzerinde olası şüphelerin giderilmesi için, (...) Yunan halkı gibi Parlamento da Kıbrıs'ın anavatan Yunanistan'la birleşmesi yönündeki Yunanistan'ın istemleri daima var olmuştur ve bu istek, Yunan halkının olduğu kadar bütün Kıbrıslıların ateşli arzularını yansıtmaktadır." [40]
Yunanistan'ın Kıbrıs'a ilişkin politikasının değişmesiyle birlikte bu ülke ile İngiltere arasında 1955'lere kadar süren bir görüşme süreci yaşanmıştır. İki ülke arasında, Kıbrıs konusunda görüşmeler sürerken İngiltere ve ABD'nin Ortadoğu'daki savunma ve işbirliği çabaları içerisinde Yunanistan ve Türkiye arasında ilişkiler sağlamlaştırılmaya çalışılmıştır.Yunanistan'ın, Kıbrıs politikasında yaklaşımlarını değiştiren bir faktör ise, Türkiye'nin uzun süre bu sorunu İngiltere'nin bir iç sorunu olarak değerlendirmiş olmasının yaratmış olduğu cesaretlendirici ortam olmuştur. Gerçekten de, 1954-55 yılları arasında Yunanistan'ın Kıbrıs üzerindeki istemleri resmiyet kazandıkça ve İngiltere'nin de ada üzerindeki egemenliğinden vazgeçebileceği olasılığı arttıkça Türkiye, sorunla ilgilenmeye başlamıştır. Bu ilgilenme, biraz da Kıbrıs Türk toplumunun baskıları ve konunun, ulusal basın ve kamuoyu tarafından ilgi ile karşılanmış olmasından kaynaklanmıştır. Türkiye, genel olarak, adadaki İngiliz egemenliğinin devam ettirilmesi yolunda bir dış politika izlemekle birlikte, giderek, adanın gelecekteki statüsünün tartışılmaya başlanması ile birlikte, Lozan Antlaşması'nın 16. maddesine dayanarak, gelecekteki statüsünün belirlenmesinde bir taraf olarak kabul edilmesi gerektiğini ortaya atmıştır.

"1954 yılında Yunanistan'ın sorunu Birleşmiş Milletler'e getirme çabaları yoğunluk kazanmaya başladığında, Türkiye de sorunla resmen ilgilenmek gereğini duymaya başlamıştır. Türkiye'nin Atina Büyükelçisi Yunan Hükümeti'ne, Türkiye'nin adadaki statünün korunmasından yana olduğunu, eğer adanın geleceğine ilişkin herhangi bir çaba göstereceklerse bu konuda Türkiye'nin de bir taraf olarak görülmesi  gerektiğini ve sorunu Birleşmiş Milletler'e götürmenin Türk-Yunan ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceğine inandığını iletmiştir." [41]
1954 yılında Yunan hükümetinin Kıbrıs konusunu Birleşmiş Milletlere götürerek self-determination (kendi kaderini tayin hakkı) hakkının tanınmasını isteyeceğini açıklaması, Türkiye'nin, görüşlerini açıkça belirtmesini gerektirmiştir. Nitekim, Türkiye'nin görüşlerini açıklayan F. Köprülü'nün belirttiğine göre;"İngiliz egemenliği altındaki Kıbrıs konusunda Yunan liderleri ile asla görüşmeler yapılmadı ve konunun Yunanistan ile görüşülmesi uygunsuz bir davranış olacaktı. Türkiye için 'Kıbrıs sorunu' bulunmamaktadır; ancak günün birinde adanın geleceği İngiltere ile görüşülecek bir konu olarak ortaya çıkarsa, adada yaşayan büyük orandaki Türk azınlığın varlığı Türkiye'ye konu üzerindeki görüşlerini açıklama hakkı verecektir. Bununla beraber Türk hükümetinin görüşüne göre adanın bugünkü statüsünde bir değişikliğin yapılması uygun değildir." [42]
Yunanistan'ın, 16 Ağustos 1954 tarihinde, konuyu BM'e götürmesi ve ardından da istediği sonucu elde edememesi, Kıbrıs konusunun uluslararası boyutlarını ortaya çıkarırken, Kıbrıs ve Yunanistan'da İngiltere karşıtı bir kamuoyunun oluşmasına neden olmuştur. 1955 yılında ise, İngiltere, Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak, taraflar arasında Londra'da bir görüşme yapılmasını önermiş ve Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında Londra'da bir konferans toplanmıştır. Tarafların resmi görüşlerinin belirginlik kazanmış olduğu bu toplantı sürerken Türk-Yunan ilişkileri açısından oldukça olumsuz etkiler yaratacak olan 6 Eylül olayları yaşanmıştır.1955-60 süreci, bir yandan, taraflar arasında Kıbrıs'ın geleceğine ilişkin  görüşmelerin yapıldığı, diğer yandan ise, adadaki toplumlar arasında da görüş ayrılıklarının yaşanmaya başlandığı bir olaylar zinciri oluşturmuştur. Adada İngiliz egemenliğine karşı başlamış olan şiddet eylemleri, Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması çabalarına en önemli engel olarak görülmeye başlanan adadaki Türk toplumuna da yönelik olmaya başlamıştır.

"Kıbrıs'da yoğun gerginliğin sonucu olarak 1958 yılında meydana gelen kanlı toplumlararası çatışmalar, Kıbrıslı Rumlar'ın mücadelesinin amacı olan İngilizlerin Ada'dan çıkarılması sorununu ikincil plana iterek Kıbrıs sorununun niteliğini sömürge sorunu halinden Türk-Yunan sorununa dönüştürülmesi sürecini tamamlamıştır." [43]
1959 yılında ise, uluslararası sistemdeki bölgesel olayların müttefikler arasındaki  işbirliği ve dayanışma çabalarını gerektirmesi, ABD ve NATO'nun baskılarıyla;"Türkiye ve Yunanistan ikili müzakerelere girişmişler ve iki devletin başbakanları arasında 5-11 Şubat 1959'da Zürih'de yapılan görüşmelerde bağımsız bir 'Kıbrıs Cumhuriyeti' kurulmasına karar verilerek, bu bağımsız devlet içinde 'Kıbrıs Türk Toplumunun' hürriyet ve yaşama haklarını garanti altına alan anayasa esasları ile, diğer ilgili anlaşmalar tespit edilmiştir. Bu anlaşmalar, 19 Şubat 1959'da Londra'da, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile Kıbrıs Türk ve Rum toplumları temsilcileri tarafından imza edilmiştir." [44]
1960 yılında, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasından kısa bir süre sonra, adada Rum toplumunun Türk toplumu üzerinde oluşturmaya başladığı baskılar ve anayasal haklardan yararlandırmama girişimleri, toplumlar arasında yeni gerginliklerin yaşanmasına neden olmuştur. 1963 ve 1964 yıllarında ise, adadaki toplumlar arası çatışmalar hızlanmış ve giderek Türk azınlığın yok edilmesi çabalarına dönüşmüştür. Türk toplumuna yönelik saldırıların artması ve anayasal düzenin getirmiş olduğu hakların uygulanmaması, Türkiye'nin tepkisine neden olmuştur. 1964 yılı, bu bağlamda hem Türk-Yunan ilişkilerinde getirmiş olduğu değişiklikler, hem de Türk dış politikasında yaratmış olduğu etkiler bakımından oldukça önemli bir yıl olmuştur.1963 ve 1964 yıllarında, Kıbrıs Türk toplumu üzerinde yoğunlaşan baskılar ve saldırılar, Türkiye'yi garantörlük sıfatını kullanarak Kıbrıs Türklerine yapılan saldırıları durdurmak için girişimlerde bulunmaya zorlamıştır. 1963 Aralığında, Kıbrıs Türk toplumuna yöneltilen saldırıların bir katliama dönüşmesi üzerine, Türkiye, caydırıcı askeri önlemler almak gereğini duymuş ve Türk savaş uçakları ada üzerinde uçmaya başlamışlardır. 1964 yılı içerisinde, Garanti Antlaşmasını imzalayan devletler biraraya gelerek durumu görüşmüş, ancak, Londra'da yapılan görüşmelerden somut bir sonuç elde etmek mümkün olmamıştır. Bu arada, Makarios yönetiminin Yunanistan'daki G. Papandreu hükümetinden destek alarak Kıbrıs'ta Türk ve Rum toplumları arasında denge ve statüyü kuran Zürih ve Londra Antlaşmalarını tanımama yaklaşımı sergilemesi ve ittifak Anlaşmasını feshetmesi, yeni bir gerginlik oluşturmaya başlamıştır. Makarios yönetiminin Yunanistan'ın da desteğini sağlayarak adanın statüsünü değiştirmeye çalışması giderek Kıbrıs Rumlarının hızlı bir silahlanma içerisine girmelerine yol açmıştır. Bu durum adadaki Türk ve Rum toplumları arasındaki ilişkilerin daha da gerginleşmesine yol açarken Türkiye ve Yunanistan arasında da sertliklere neden olmuştur.

Bu gerginliklerin artmasıyla birlikte Türkiye, 1964 yılı ortalarında adaya askeri müdahalede bulunma kararı almak zorunluluğunu duymuştur. Ancak, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin Kıbrıs nedeniyle çıkabilecek bir savaş sonucunda bozulabileceği ve bunun genelde Batı-NATO, özelde ABD çıkarları üzerinde yaratacağı olumsuz etkilerden çekinen ABD, Türkiye'nin bu kararını oldukça sert bir tepki göstererek engellemiştir. Tarihe ünlü "Jhonson Mektubu" olarak geçen ABD'nin Türk müdahalesini engelleme girişimi, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesini önlemekle beraber, Türk-ABD ilişkilerinde oldukça önemli bir güvensizliğin ve hayal kırıklığının yaşanmasına ve Türk dış politikasında yön değişikliğine gidilmesine yol açmıştır.

ABD'nin Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesini önlemesinden sonra Türkiye ve Yunanistan arasında ikili ilişkilerde yeni bir yaklaşım havası  belirmiştir. Yunanistan'daki iktidar değişikliğinin de etkilemiş olduğu bu durum kısa sürmüş ve 1967 yılı geldiğinde Kıbrıs'ta Türk  toplumuna karşı yürütülen katliamlar ve baskılar yeniden başlamıştır. 1964 yılından itibaren Makarios yönetimi ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin Enosis'e yönelik dayanışma ve işbirliğini artırmış olması, Kıbrıs'ın Yunanistan tarafından hızla silahlandırılması sonucunu doğurmuştur. Nitekim, bu işbirliğinin bir sonucu olarak Yunanistan, General Grivas komutasında 20000 Yunan askerini gizlice Kıbrıs'a göndermiş, ayrıca Kıbrıs Rum Muhafız Ordusunu silah ve askeri gereksinimler açısından güçlendirmiştir.

1967 yılında Yunanistan'da askeri cuntanın iktidara gelmesiyle birlikte, Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs konusunda görüşmelere yeniden başlanmış, ancak bu görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Gerçekte, cunta yönetiminin Türkiye ile Kıbrıs konusunda başlatmış olduğu görüşmeler, Yunanistan'ın Türkiye'ye bazı ödünler vererek Enosis'i gerçekleştirmek istemesinin bir sonucudur; askeri yönetim Kıbrıs'ta Türk toplumuna bazı azınlık hakları vererek, adada Türkiye ve NATO için askeri üsler vererek ve Batı Trakya'da Türkiye lehine bazı düzenlemeler yaparak Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesini sağlamaya çalışırken Yunanistan'da askeri yönetime karşı oluşmaya başlayan olumsuz yaklaşımlar karşısında ulusal saygınlık kazanma çabası içerisinde olmuştur. Türkiye ve Yunanistan arasında, 9 Eylül'de Keşan'da, 10 Eylül'de Dedeağaç'da yapılan görüşmeler sırasında Türkiye'nin kararlı tutumunu koruyarak Yunanistan'ın Enosis isteklerine karşı çıkmasından sonra, Aralık ayı içerisinde Türk-Yunan ilişkilerini gerginleştiren yeni olaylar yaşanmıştır. Kıbrıs Türk toplumuna yönelik kitlesel katliam türünden saldırılar karşısında Türkiye harekete geçerek Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan'a, Türk toplumuna yönelik saldırılar durdurulmadığı, adadaki gizlice yerleştirilmiş bulunan Yunan kuvvetleri geri çekilmediği takdirde, anlaşmalardan doğan haklarını kullanarak askeri müdahalede bulunacağını açıklamıştır. Yapılan arabulucu girişimler sonrasında, Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaşa yol açabilecek bunalım hafifletilmiş ve daha sonra Aralık ayı başlarında varılan anlaşma ile Kıbrıs'a gizlice ve anlaşmalara aykırı olarak yerleştirilen Yunan kuvvetleri adadan ayrılmış, Türkiye ise, Kıbrıs'a müdahalede bulunma hazırlıklarını durdurmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasında başlayan yeni ilişkiler Kıbrıs konusunda ılımlı bir iyimserliğin doğmasına yol açmıştır. 1968 yılından itibaren iki ülke arasında görüşmeler yeniden başlarken Kıbrıs'ta da 1974 yılına kadar devam edecek bir sessizlik dönemi başlamıştır. Böylesi bir gelişmenin yaşanmasında, 1963-64 ve 1967 yıllarında yaşanan saldırılar sonrasında, Kıbrıs Türk toplumunun saldırılara karşı koyabilmek amacıyla bir arada yaşamaya başlamış olmaları, 1967 bunalımı sonrasında ise, kendi yönetimsel yapılarını geliştirmeye başlamış olmasının rolü büyüktür.

Kıbrıs konusunda Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginliğin azaltılması sonrasında başlatılan görüşmelerle birlikte açılan yeni süreç, Kıbrıs'ın "Enosis" yoluyla Yunanistan'a bağlanması girişimlerini bir süre için askıda bırakmıştır. 1960'ların sonlarına doğru Kıbrıs Rum Yönetimi, giderek Yunanistan'dan bağımsız bir politika izlemeye başlamıştır. Yunanistan'da askeri yönetimin iç ve dış politikada izlemekte olduğu çizginin hem ulusal hem de uluslararası alanda tepki görmeye başlaması ve halktan kopuk bir yönetimin baskı ile iktidarda kalması, Kıbrıs Rum yönetiminin Yunanistan'la ilişkilerini yeni bir düzeye oturtmasında etkili olmuştur. Makarios yönetimi  giderek daha çok Kıbrıs'ın bağımsızlığı fikrine ağırlık vermeye başlamış ve Bağlantısız ülkelerle kurmuş olduğu ilişkilerini artırmaya başlamıştır.

1974 yılına kadar devam eden gelişmeler, 1974 Haziran ayında ortaya çıkan yeni olaylarla, bir anda, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri yeniden savaş ortamına sürüklemiştir. 1974 Haziranında Yunanistan'daki askeri cuntanın desteği ile harekete geçen EOKA örgütü ve Kıbrıs Rum Ulusal Muhafız Gücü içerisindeki Yunan subayları, Makarios yönetimine karşı gerçekleştirmiş oldukları bir darbe ile iktidara Nikos Sampson'u getirmişler ve Enosis'i gerçekleştirme çabaları için gereken ilk adım atılmıştır.

Kıbrıs'ta, Yunanistan'ın desteği ile gerçekleştirilen bu darbe, Türkiye'nin tepkisini çekmiş ve Türkiye, anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirerek, adadaki Türk toplumunun saldırılardan korunması ve Enosis'in gerçekleşmesini önlemek için garantör devletlerle yapmış olduğu bir dizi görüşmeden sonra, 20 Temmuz 1974'de  Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunmak gereğini duymuştur.

Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalesinin iki aşamalı olması, uluslararası kamuoyunda kimi kuşkuların yaşanmasına neden olmuştur.

"Birinci çıkarma sonrasında Türk tezi 'eski durumun yeniden tesisi için Garanti Antlaşması'nın kendisine tanıdığı hakları kullanma' temeline dayanmıştır. Buna dayanılarak gerçekleştirilen harekat sonucunda Cenevre görüşmelerine katılan Türkiye, iki toplumun ayrı birer gerçeklik olduğunu, bu temel üzerinde federal devlet biçiminde anlaşılabileceğini savunmuştur. Sonuçta Cenevre görüşmeleri çıkmaza girmiş ve Türkiye Silahlı Kuvvetleri ikinci operasyonla adanın yaklaşık % 30'luk bir bölümünü denetimi altına almış, savunduğu tezlerden 'iki bölgeli federasyon' için gerekli şekil şartını sağlamıştır. Bu dönemden itibaren Türk tezi harekat öncesi hukuki yapının değiştirilmesi üzerine kurulmaya başlamıştır." [45]
Türkiye tarafından gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı'nın birinci evresinin taraflar arasında sağlanan ateşkes ile bitmesiyle, taraflar, sorunun çözümlenmesi ve gerginliğin giderilmesi için karşılıklı görüşmelere başlamıştır. Bu görüşmeler sırasında Türkiye, Yunanistan'a  sorunun çözümüne ilişkin olarak kantonal bir yapıyı oluşturacak bir öneride bulunmuş ancak bu öneri kabul edilmemiştir. (1978'de Karamanlis ve Ecevit, Montrö'de biraraya geldiklerinde Karamanlis, Türkiye'nin kantonal formül önerisinin kendisine iletilmediğini açıklamıştır.)Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalesi, Yunanistan'la doğrudan doğruya bir savaş olasılığını beraberinde getirmiştir. Kıbrıs'ta  Yunan askeri cuntasının desteği ile gerçekleşen darbe sonrasında Yunanistan'da tam bir panik yaşanmıştır. Askeri cunta, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahale etmesiyle düşmüş olduğu başarısızlığın etkisiyle kendiliğinden dağılmış ve Yunanistan'da Karamanlis'in liderliğinde ulusal birlik hükümeti kurulmuştur.

Yunanistan'da demokrasi yeniden kurulmuş, ancak Başbakan Karamanlis'in liderliğinde kurulan yeni Yunan hükümeti sadece Kıbrıs üzerinde yeni bir bunalımla karşı karşıya kalmamış; "1922'den beri ilk kez gerçek bir Türk - Yunan savaşı (tehlikesi ile)" karşılaşmıştır. [46] Bununla birlikte, Yunanistan, Garanti Antlaşması'na dayanarak İngiltere ile birlikte ortak müdahalede bulunmak önerisinde bulunmuş ve İngiltere'den Girit'te toplanacak olan tank ve ağır silahların Kıbrıs'a götürülmesi için gerekli olan hava desteğini sağlaması istenmiştir. Ayrıca, Karamanlis, Savunma Bakanı E. Averoff ile birlikte, bu kuvvetlerle beraber Kıbrıs'a gidecekleri açıklamasını yapmıştır. Ancak İngiltere Başbakanı H. Wilson, öneriyi değerlendirmek için süre istemiş ve bu arada ateşkes ilan edilmiştir. Böylece İngiltere'nin hava desteği olmadan Yunanistan'ın Kıbrıs'a yardım göndermesi gerçekleşememiştir. [47]

Birand'ın belirttiğine göre,

"Yunanistan'da Karamanlis, ilk harekatın sorumluluğunu Albaylar Cuntası'na yüklemişti, ancak ikincisi bu kez bütünüyle kendisine karşı yapılacaktı. (...) Amerikan Büyükelçisi Tasea ile konuşuyor ve Washington'un Türkleri durdurmasını bekliyordu. Tasea'ya 'Yunanistan'da demokrasinin yeniden çökmesinin sorumluluğu size ve NATO'ya ait olacaktır,' demişti." [48]
Kamuoyunun büyüyen öfkesi karşısında Karamanlis, Yunanistan'ın hava ve deniz kuvvetlerinin Kıbrıs Rum toplumunun yardımına gitmesini önermiş, ancak bu öneri Yunan Genel Kurmayı tarafından gerçekleştirilebilir bulunmamış, İngiltere ile birlikte ortak müdahale ise İngiltere'nin desteğini sağlayamamıştır. ABD ve NATO'nun, Türkiye'nin birinci müdahalesini olumlu bir yaklaşım içerisinde karşılamış olmaları, Yunanistan'da hayal kırıklığı yaşatmıştır. Bütün bu gelişmeler sonrasında Yunanistan, NATO askeri kanadından ayrıldığını açıklamıştır.1974 Kıbrıs bunalımı, Türkiye ve Yunanistan'ın karşılıklı olarak birbirleriyle olan ilişkilerini etkilediği kadar, aynı zamanda, bu ülkelerin uluslararası ilişkilerini de değişikliğe uğratmıştır. Gerçekten de, Türkiye açısından Kıbrıs konusu, uluslararası ilişkilerinde değişmez gündem maddesi haline gelirken, sorunun görüşmelerle adil ve kalıcı bir sonuca bağlanamaması ve ABD ile olan ilişkilerinde Kıbrıs nedeniyle silah ambargosunun yaratmış olduğu olumsuzluklar, Türkiye'nin dış politikada hareket serbestisini kısıtlamıştır. Yunanistan açısından ise, Kıbrıs konusu, bir ulusal saygınlık sorunu olarak kabul edilmiş ve olayın bütün sorumluluğu ABD ve NATO'ya yüklenmeye çalışılmıştır.

Yunan askeri cuntasının Kıbrıs'ta giderek daha bağlantısız bir politika izlemeye ve Yunanistan'dan uzaklaşmaya başlayan Makarios yönetiminin aynı zamanda SSCB ile ilişkilerini yakınlaştırmak isteğinde oluşundan endişelenerek CIA ile darbe konusunda işbirliği içerisinde olduğu kuşkuları, 1967 darbesinden de sorumlu tutulan ABD'ye yönelik karşıtlığı artırmıştır. ABD karşıtlığı ve NATO'nun, iki müttefik ülke arasında bir uzlaşmazlığın savaşa yol açması olasılığı karşısında yeterince kararlı davranmadığına olan inanç, Yunanistan'ın askeri açıdan ilişkilerini gözden geçirmesini gerektirirken, siyasi açıdan da Yunanistan'da demokrasinin bir kez daha askıya alınmaması için Batı Avrupa ile olan ilişkilerin artırılması kararlaştırılmıştır. 
  
  
 


38- Pantazis Terlexis, Greece's Policy and Attitude Towards the Problem of Cyprus, New York: N.Y. University, 1968, s. 91. 
39- Pantazis Terlexis, Greece's Policy .., s. 91 
40- Pantazis Terlexis, Greece's Policy .., ss. 96-97. 
41- Faruk Sönmezoğlu, "Kıbrıs Sorunu'nda Tarafların Tutum ve Tezleri," Türk Dış Politikasında Sorunlar, Der. Esat Çam, İstanbul Der Yay. 1989, s. 96 
42- P. Terlexis, Greece's Policy .., ss. 159-160. 
43- Andreas Mavroyiannis, "Kıbrıs Sorunu'nun Türk-Yunan İlişkilerine Etkisi," Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Der. Semih Vaner, İstanbul: Metis Yayınları, 1989, s. 131. 
44- Fahir Armaoğlu, 20. yy Siyasi Tarihi, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1983, s. 533. 
45- F. Sönmezoğlu, "Kıbrıs Sorununda..," ss. 109-110. 
46- Van Coufoudakis, "Greek-Turkish Relations 1973-1983: the View from Athens," International Security, Vol.9, No. 4, Spring 1985, s. 197. 
47- Bkz; Robert McDonald, The Cyprus Problem, London: IISS Adelphi Paper Series 234, Winter 1988/89, s. 85. 
48- Mehmet Ali Birand, Diyet, İstanbul: Milliyet Yay. 1985, s. 22.

Okunma 19630 kez
Yorum yapmak için oturum açın

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik