İKİLİ İLİŞKİLER
  • Üyelik
Pazar, 17 Aralık 2017 13:23

Saldırmazlık Paktı Önerisi ve Fiili Durumlar Yaratma Politikası

Yazan
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

Saldırmazlık Paktı Önerisi ve Fiili Durumlar Yaratma Politikası

Kıbrıs sorununa ilişkin olarak yürütülen, toplumlararası görüşmelerin 1976 yılından itibaren çıkmaza girmesinden sonra, Yunanistan açısından Ege Denizi’ndeki sorunlar daha önemli görülmeye başlanmıştır. Ege Denizi’ndeki uzlaşmazlık çerçevesinde, Türkiye’nin Yunan egemenlik hakları aleyhine genişleme isteğinde olduğundan endişe duyan Yunanistan, 1976 Nisan ayı başlarında, Türkiye’ye bir saldırmazlık paktı önerisinde bulunmuştur. Parlamento’da yapmış olduğu konuşma sırasında Karamanlis, Türkiye ve Yunanistan’ın silahlanma yarışından vazgeçilmesini sağlayacak bir anlaşma imzalanması ve iki ülke arasında bir saldırmazlık paktının imzalanması ile anlaşmazlıkların barışçıl yollardan giderilmesini sağlamak önerisinde bulunmuştur.

Karamanlis’in bu önerisi Türkiye tarafından olumlu karşılanmış, yapılan açıklamada; “iyi niyetimizi ortaya koymak amacıyla, ilişkilerimize hakim olan güvensizlik havasını en kesin şekilde ortadan kaldırmak ve birbiriyle müttefik iki komşu arasında mevcut olması gereken düzeye yükseltmek için her türlü gayreti göstermeye hazır bulunuyoruz,” denilmiştir.[1]

Birand’ın aktardığına göre, Karamanlis’in önerisi hakkında Demirel’e ayrıntılı bilgi veren Yunan Büyükelçisi (Kozmadopulos), iki ülke arasındaki gerginliğin giderek artmakta oluşunu dile getirmiş; Yunan kamuoyunun bir Türk saldırısından kaygılandığını açıklamıştır. Buna göre, iki ülke arasındaki, sorunların böylesi bir ortam içerisinde çözümlenmesi güçtür; ikili sorunların çözümünü güçleştiren ortamı değiştirebilecek iyi niyetli bir yaklaşımın ortaya konulması için iki ülke arasında yapılacak bir saldırmazlık paktına gerek vardır.[2]

Karamanlis tarafından önerilen saldırmazlık paktı imzalanması önerisine karşı, Türkiye’nin görüşlerini açıklayan Demirel; Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunların, iki ülke arasında sağlanacak karşılıklı güven ve yakın işbirliği ortamı içerisinde, görüşmeler yoluyla çözüme kavuşturulabileceğine değinmiş ve NATO müttefiki olan iki ülke arasında yapılacak bir saldırmazlık paktının, ittifakın ilkeleriyle ne ölçüde uyuşacağını tartışılabilir bulmuştur. Türkiye’nin görüşlerini açıklayan Demirel’e göre, iki ülke arasında bir saldırmazlık paktının imzalanması için öncelikle mevcut sorunların görüşmeler yoluyla çözümlenmiş olması gerekmektedir.[3]

Karamanlis tarafından önerilen saldırmazlık paktı gerçekte Türkiye açısından gerçekçi bulunmamakla birlikte, Türkiye’nin dış politikada izlemiş olduğu strateji ve taktik girişimleri de engeller nitelikte bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Türkiye’nin görüşüne göre, iki ülke arasında bir saldırmazlık paktının imzalanmasından sonra, mevcut sorunlara çözüm bulunabilmesi için yapılacak girişimlerde Türkiye açıkça eldeki  avantajlarını yitirecektir. Saldırmazlık paktının imzalanmasında Yunanistan’ın amacı, Ege Denizi’nde egemenlik hakları ve çıkarlar açısından statükonun olduğu gibi korunmasıdır. Türkiye açısından, bu tür bir yaklaşımın geçerli olması, bu denizde, Türkiye’nin de hak ve çıkarlarının bulunduğunu göstermesi açısından oldukça önemli olan, fiili durumlar yaratılmasını engelleyecek ve Yunanistan’ın ikili görüşmelerden kaçınmasına olanak sağlayabilecektir.

Saldırmazlık anlaşmasına ilişkin önerinin sonuçsuz kalması, iki ülke arasındaki güvensizliği artıran bir gelişmeye yol açmış; Yunan kamuoyunda Türkiye’nin saldırmazlık paktı imzalanmasından önce ikili görüşmelerle sorunlara çözüm bulunmasını istemesi eleştirilere konu olmuş ve Türkiye’nin saldırmazlık paktını reddettiği şeklinde yorumlanmıştır.

“Türkiye’nin maskesi tamamen düşmüştür. Karamanlis tarafından saldırmazlık paktı hakkında yapılan teklif reddedilmektedir. Bu jest için Başbakan Demirel’e teşekkür ederiz, zira, bu şekilde ikiyüzlülüğü ortaya çıkıyor ve Türkiye’nin suç dosyası daha da kabarıyor... Türkiye eğer bu fırsatı benimsemiş olsaydı, içinde bulunduğu politik çıkmazdan sıyrılabilirdi. Ancak, şovenizmin hırsı içinde bu jestin anlamını kavrayamamıştır. Ve adi bir şantajcı olarak karşılık veriyor; adalar için özel statü istiyor... Türkiye Yunanistan’ın müttefiki değildir ki; Türkiye, Yunanistan’ın düşmanıdır.” [4]

Kathimerini’de yer alan bir yazıda bu konudaki görüşler şu şekilde dile getirilmiştir; “Açık ve acı bir dille itirafda bulunalım; bu ülkede her işi ve gelişmeyi, Türkiye ile ilişkilerimizdeki buhran gölgelendiriyor ve hayatımızı zehirliyor. Bu buhran, milletimizin yaşamını zehirlediği gibi, ekonomik dengemiz sarsılıyor ve uluslararası ilişkilerimizi zorlaştırıyor... Bu problem ancak karşılıklı  ödünlerde bulunmakla çözümlenebilir; bizler bu ödünlerde bulunalım, ancak hangi ödünlerde? Türkler herkesle oyun oynuyorlar. Bütün alemle alay ediyorlar; ne istediklerini de açıkça söylemiyorlar. Kıbrıs’a gelince üçüncü kişileri toplumlararası görüşmeler oyunuyla aldatıyor ve avutuyorlar... Bunun dışında Ege’de problemler vardır. Türkler ‘bazı adaları silahlandırdınız’ diye dert yanmaktadırlar. Ancak, neden rahatsız oluyorlar; yoksa, bizlerin oradan hareket edip Küçük Asya’yı fethetmemizden mi korkuyorlar?... Demek ki kötü niyet beslediklerinden adaların tahkim edilmesi onları kuşkulandırıyor ve arzularının yerine getirilmesini engelliyor. Bunun ötesinde, söylendiği gibi, Türkler Ege Adalarında kurulmasının gerektiğini ifade ettikleri bir özel statüden söz etmektedirler. Böyle bir talep zaten çılgın bir görüşün ifadesidir. Adalar Yunan adlarıdır... Bizler Kütahya veya Antalya için özel statü mü istedik?... Biz de deli rolünü oynayalım; İstanbul için özel bir statü isteyelim. Türkiye’nin bazı noktalarında ortak hükümranlık önerisinde bulunalım.”[5]

Türkiye ve Yunanistan arasındaki güvensizliği artıran ve ilişkileri gerginleştiren kıta sahanlığına ilişkin gelişmeler, Türkiye’nin Ege Denizi’nde araştırmalar yapmak üzere HORA-MTA SİSMİK I araştırma gemisini hazırladığını açıklamasıyla yeni bir boyut kazanmış ve karşılıklı suçlamalar yapılmaya başlanmıştır. MTA SİSMİK I araştırma gemisinin Ege Denizi’nde araştırma yapacak oluşu hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de ulusal bir prestij sorunu olarak değerlendirilmiş; Yunanistan’da bu durum, Türkiye’nin, Yunan hak ve çıkarlarına saldırmakta oluşunu gösteren bir olay olarak değerlendirilirken; Türk kamuoyu açısından olay, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına sahip çıkması ve Yunan uzlaşmazlığına verilen bir cevap olarak değerlendirilmiştir. Olayın hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de ulusal kamuoylarının yoğun ilgisini üzerinde toplamış olması, iki ülkenin diplomatik esnekliklerini sınırlandırmış ve gerginliğin artmasıyla beraber, iki ülke sıcak bir savaşın eşiğine gelmiştir.[6]

Türkiye’nin Ege Denizi’nde araştırma yapmak üzere MTA SİSMİK I’e görev vermesi karşısında Yunanistan’ın doğrudan bir savaşı göze alamayarak, Türkiye’yi BM’e ve Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet etmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler açısından yeni bir süreç ortaya çıkmıştır. Bu süreç içerisinde BM Güvenlik Konseyi’nin iki ülke arasındaki sorunların barışçıl yöntemler kullanılarak ve doğrudan görüşmeler yoluyla giderilmesine karar vermesinden sonra, Uluslararası Adalet Divanı da ihtiyati tedbirlerin alınmasını gerektirecek bir girişimin olmadığına karar vererek, kendini sorunun özüne ilişkin karar almada yetkisiz görmüş ve böylece, Türkiye ve Yunanistan, Bern Anlaşmasının imzalanması ile sonuçlanan bir diplomatik yumuşama içerisine girmişlerdir.

Bern Anlaşması ile oluşturulan süreç içerisinde, Türk ve Yunan kamuoyları açısından iki ülke arasındaki gerginliği artıracak gelişmeler elden geldiğince azaltılmaya çalışılmıştır. 1980’lerin başına kadar Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlara, uzlaşmazlık konularına ilişkin çözüm girişimleri sonuçsuz kalmakla birlikte, iki ülkenin de gerginliği artırmak yerine diyalog sürecine girmelerine yaramıştır.

Bu bağlamda, özellikle 1978 yılında, Türkiye ve Yunanistan arasında iki ülkenin Başbakanları düzeyinde yapılan Montreux Zirvesi, iki ülke arasındaki güvensizliğin giderilmesinde önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Gerçi zirve öncesinde Türkiye’nin olduğu kadar, belki de daha fazla Yunanistan’ın güvensizliği ve kuşkulu yaklaşımları söz konusu olmuştur, ancak uluslararası baskıların da etkisi ile Karamanlis ve Ecevit arasında bir zirvenin gerçekleşmesi sağlanabilmiştir.

Montreux Zirvesi, Karamanlis ve Ecevit’in ilk kez karşılıklı olarak görüşmelerine olanak sağlarken, her iki taraf da zirveye gelirken bazı kuşkularını da beraberlerinde getirmiş ve zirveden fazla bir şey beklenmemesi görüşünü yaymaya çalışmışlardır. Özellikle Yunanistan’da Karamanlis, Ecevit tarafından önerilen zirvenin ABD ambargosunun kaldırılmasını sağlamak ve Yunanistan’ı köşeye sıkıştırmak amacıyla yapılmak istendiğine ilişkin kuşku içerisinde olmuştur. 1975 yılında, Demirel ve Karamanlis arasında hazırlanmış olan Brüksel ortak açıklamasında Türkiye ve Yunanistan’ın kıta sahanlığı konusunda Adalet Divanı’na gidilmesinde anlaşmış olduklarını belirtmeleri ve daha sonra Türkiye’nin Divan’a gitmekten kaçınması, Karamanlis’de Türklere güvenilmeyeceği kanısını yerleştirmiştir.[7]

Montreux Zirvesi konusunda Yunanistan’da basın ve muhalefet kimi endişeler taşımakla beraber, genellikle Yunanistan’ın zirveden kaçınan taraf olmaması konusunda görüş birliği içerisinde olmuştur. Basın ve muhalefetin kuşkularının yoğunluk kazandığı noktalar, genellikle, Türkiye’nin Yunanistan ile yapmak istediği zirvenin asıl amacının ABD tarafından Türkiye’ye uygulanmakta olan ambargonun kaldırılmasına yönelik olduğu, gerçekte Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkilerini barış ve işbirliği düzeyine getirmek konusunda samimi olmadığı, uluslararası kamuoyu önünde Yunanistan’a karşın Türkiye’nin barışı isteyen taraf olarak görünmek istediği, vb noktalar olmuştur. Yunan basın ve kamuoyu genellikle Montreux’da yapılacak zirveye Yunanistan’ın iyi niyetle katılacağını, ancak, anlamlı bir gelişme sağlanacağı yolunda pek ümitli olunmadığını açıklamıştır. Örneğin, Yunan basınında yer alan bir yazıda; “Ankara’nın niyet ve düşünce değiştirdiği yolunda herhangi bir belirti yoktur. Bu da Yunan tarafının anlamlı bir gelişme için çekingen ve kötümser olmasına neden olmaktadır” denilmekte ve genel kanı dile getirilmektedir.[8]

Diğer yandan, zirvenin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda liderlerin ulusal kamuoyları önünde yoğun eleştirilere tutulacakları olasılığını gidermek için her iki ülke, yapılacak zirvenin liderlerin karşılıklı olarak tanışmasına ve iki ülke arasında süren güvensizlik havasının giderilmesine; teknisyenler düzeyinde sürdürülen görüşmelere siyasi yön verilmesine yönelik olduğu konusunda karşılıklı açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu bağlamda, Montreux görüşmesi gerçekten de iki ülke liderlerinin birbirleri hakkındaki olumsuz kuşku ve değerlendirmelerini de en aza indirmiştir. Karamanlis, konu hakkında Yunan Parlamentosunda yapmış olduğu konuşmada, görüşmelerin iki ülke arasında karşılıklı güven havası yaratarak, sorunların çözüme ulaştırılmasına katkıda bulunduğunu belirtmiş ve “Montreux görüşmesi başarılıdır; çünkü, taraflara görüş teatisi olanağı vermiştir. Her iki taraf da suçlayıcı bir tutum içerisine girmemiştir” demiştir.[9]



[1] M. A. Birand, Diyet .., s. 185.

[2] Bkz; M. A. Birand, Diyet ..,

[3] Bkz; Akropolis, 18 Mayıs 1976; ToVima, 19 Mayıs 1976; AFP, 20 Mayıs 1976 vd.

[4] Ethnikos Kiriks, 21 Mayıs 1976

[5] G. N. Drosos, “Türk Sahtekarlıkları ve Bizim Zafiyetimiz”,Kathimerini, 21 Mayıs 1976.

[6] PASOK lideri Papandreu, Karamanlis’e çağrıda bulunarak HORA’nın batırılmasını istemiştir.

[7] Bu konuda bkz; M. A. Birand, Diyet..,

[8] Vradini, 7 Mart 1978.

[9] Genel olarak bkz; dönemin Türk ve Yunan basını.

Okunma 2500 kez Son Düzenlenme Perşembe, 05 Nisan 2018 14:48
Yorum yapmak için oturum açın

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik